Bu ara üstüste geliyor. Önce tatlı Esther'in gidişini öğrendim. Derken, bu yaz tanıdığım, bir nöroblastom annesi facebook'taki Nehir ve Leyla'nın fotograflarina, basitçe "güzel" deyivermiş... Ama beni aldı mı bir dalga yine.
Sonra da Christine ile buluştuk. Christine bana Ithaca'nın bir hediyesi. Yaşadıklarımız benzer, yaşadıklarımız karşısındaki tepkilerimiz, mücadelemiz. Ve Christine ve eşi, kızlari Mira adına kurdukları vakıf aracılığıyla çok güzel işler yapıyorlar. Buluştuğumuzda neler yaptığını, bizim TRde neler yapabileceğimizi de konuşuyoruz. Güzel kalbi kadar, bir de o kadar güzel bir aklı var. Benim gözlerim kahverengi açılırken, onunkiler de mavi mavi açılıveriyorlar sohbet ederken! Aslında hayalim, İstanbul'da yapacagimiz bir etkinlikte onu da görmek.
Christine ile laf lafi açtı, birdenn yoğu bakımda yaşadıklarımızı konuşur olduk. Dökülüverdik. İkimiz de...
Güzel bir şey söyledi. "Hardship" ve "tragedy" farklı şeyler; bizimki trajedi dedi. Evet, dedim. Hiç olmaması gereken bir trajediydi ve bu yükle yaşamak çok zor.
Bugün de üyesi olduğum nöroblastom ailelerinin e-posta listesine bir e posta geldi. Bir anne, çocuğunu kaybetmiş olan ailelere yardımcı olmak için bir websitesi oluşturmuş. İngiltere'de. Baktım. Oğlu, Nehir'le yaşıtmış... aynı dönemde tedavideymişiz. Onlar temmuz ayında kaybetmişler... Yine bir fasıl aldı beni, tabi.
Bu websitesinde, zaman zaman etraflarından yeterince anlayış göremediklerini yazmışlar.
Düşündüm.
Şanslıyız, diye. Nehir'in ilk teşhisinden beri yalnız kalmadık, bırakılmadık. Ithaca'ya bizi kimsenin tanımadığı bir yere bile gelince, destek aldık. Karşımıza hep anlayışlı insanlar, yeni dostlar çıktı.
Teşekkür ediyorum, yine, yine, yine.
Buradaki arkadaşlarımdan, Meral beni gülümsetiyor. Florida'ya gitti. Bana telefon edip, "Bak, şöyle bir site buldum" dedi, geçenlerde. Okumalıymışım. İyi gelecekmiş. "Hadi, seni gülerken görmek istiyorum, gözündeki hüznün geçtiğini görmek istiyorum" dedi.
Gülümsedim. İçimden, "Nasıl anlatsam, bu hüzün benimle, benim parçam. O benim Nehir'im", diye düşündüm.
Feride yazmış....Kendi dertlerini anlatmış... sonra da baktım iki kez, "Şimdi sen neler yaşıyorsun kimbilir" demiş. Bu kez, "Hay Allah, arkadaşlarım bana dert anlatamaz oldular, benimkinin yanında önemsiz" diye. Oysa... üzerine düşünmediğimiz sürece, hepimizin derdi kendine büyük. Zaten genel kural bu değil mi?
Feride'ye yazdım: "Bomba gibiyim. Sen blogspot kapalı, okumuyorsun tabi. Koşmaya başladım. 20 dakikaya çıktım. Ve kütüphaneye gider oldum. Hem çalışıyorum, hem de fiziksel olarak kendimi toplamaya başladım" dedim. Sonra da ekledim, " Derinlerde yaralıyım, ve o yara hiç kapanmayacak".
Zamanla kabuk bağlamayacak. Sızısı azalmayacak. Bana eşlik edecek. Ben gülümserken, kahkaha atarken bile orda olduğunu bileceğim. Bu zor. Ama yapacak bir şey yok.
Websitesini hazırlayan anne, "Sadece üzerinde oğlumun ismi oduğu için boş bir ilaç şişesini bile atamadım" demiş... Aklıma yukarıdaki kutuda duran ilaç şişeleri geldi. Onlarca ilaç. Hastane çıkışı, yorgun eczaneye yürüdüğüm gün aklımda. Nehir'e o eczaneden aldığım "canavar" elindeydi, son günlerinde. Her yerine yarabandı yapıştırmıştı. Onu kaybettiğimizde farkettim. Başı ve karnındaydı bütün bantlar. Nehir'in ameliyat yerleri! Yaralıydı bebeğim benim.
Ah, Nehir'im seni çok özlüyorum. Özlüyoruz. Bunu kaç kez yazdım, bilmiyorum, ama bilginiz olsun, saymayacağım, ve yazacağım.