Friday, July 15, 2011

Haydi Koşuya

Ah evet, ne zamandır aklımda, da nasıl toparlarım diyordum.

Aslında bu tür, yani "walk-to-run" programları internette bulabilirsiniz. Bu bizim yapmış olduğumuz.

Toplamı 12 hafta

Genel: salı, perşembe ve haftasonu bir gün. Yani haftada üç kez. Salı günleri "aralıksız", perşembe günleri "aralıklı", haftasonları ise süreye bağlı, kendinize kalmış.

Program:

1. Hafta Salı: Sadece Yürü Perşembe: 1K/9Y x 3 Pazar: Y/K 30 dakika

Yani, salı günü 30 dakika yürüyüş, perşembe günü, 1 dakika KOŞ, 9 dakika YÜRÜ, ve bunu 3 kez yap, toplam hep 30 dakika olacak. Haftasonu nasıl istenilirse, yürü/koş, 30 dakika, sonra süre artıyor.

Aşağıdaki şekilde artarak gidecek

2. Hafta Salı:3K/27Y Perşembe: 2K/8Y x3 Pazar:Y/K 30
3.Hafta Salı:6K/24Y Perşembe: 3K/7Y x3 Pazar:Y/K 30
4.Hafta Salı:9K/21Y Perşembe:4K/6Y x3 Pazar: Y/K30
5.Hafta Salı: 12 Perşembe:5K/5Y x3 Pazar:Y/K30
6.Hafta Salı:15 Perşembe:2.5 km Pazar:Y/K35
7.Hafta Salı:18 Perşembe:6K/4Y x3 Pazar:Y/K35
8.Hafta Salı:21 Perşembe:7K/3Y x3 Pazar:Y/K40
9.Hafta Salı:24 Perşembe:8K/2Y x3 Pazar:Y/K40
10.Hafta Salı:27 Perşembe:9K/1Y x3 Pazar:Y/K45
11.Hafta Salı:30 Perşembe:5km Pazar:Y/K45
12.Hafta Salı:30 Perşembe:30 dakika Pazar:Y/K45

Dikkat edilecek noktalar(bana söylenenler):

1. Başkalarıyla yarışmayın.
2. İyi bir koşu ayakkabısı edinin. Eski olmasın. Ve koşu için olsun.
3. Isınma hareketleri yapın, 10 dakika. Bunları youtube dan bulabilirsiniz.
4. Öncesinde mideniz çok dolu olmamalı, veya susuz...Bu konuda bedeninizi dinleyin. Örneğin, "sancı" giriyorsa, bunlarla ilişkili olabilir.
5. Genel kural: Bedeninizi dinleyin, durmanız gerekiyorsa, durun. Programı yavaşlatın.
6. Nefes alın, ağızdan, burundan karışık, kural yok. ama alın!
7. Omuzlar rahat olmalı, ve dik bir duruş, karın %50 içeri çekik, göğüs kafesi açık.
8. Ayakların basışı, doğru olmalı. Bu konuda da youtube dan yararlanabilirsiniz.
9. Eğer zorlanırsanız, yavaş koşun ama sürelere sadık kalın.
10. İdeal adım sayısı, dakikada 180. Ben henüz tutturamadım, ama başladığımda 160 gibiydi, amaç biraz biraz arttırmaya çalışmak.

Benim deneyimim:

Başlangıcı zor, 1 dakikadan üçe geçiş, sonrasında, 6 ve 9...Ama bir bakıyorsunuz 20 dakikaya gelince, bayağı bayağı koşuyorsunuz.

Unutmayın koşu aslında dizleri zorlayan bir spor. Ben de ara ara zorlandım. Zorlanınca, bırakıp, spor salonuna gidip, "elliptical" gibi kardiyo aleti yaptım, dizlere yüklenmeden. Yani, lütfen, "eğlenceli" ve "yararlı" olduğu sürece yapın, ızdırap olmamalı, veya sakatlığa yol açmamalı.

Eylülde, Nehir'i anısına düzenleyeceğimiz koşuya (fun-run) şimdiden bekliyoruz!!! Madem!!!!

Bununla ilgili çalışmaya yeni başlıyoruz, ilerledikçe, ilerleyince daha detaylı bilgi veririm, ama heyecanlıyım!

NOT: Bugün Elif Hanım mail atınca yazayım dedim. Koşuyu İTÜ Ayazağa Kampüsünde ve KACUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı) yararına yapacağız. İTÜden tarih almayı bekliyorum, resmi izni. Haftaya da parkur işine bakacağım. Bir yandan da yapılacaklar listesine göre çalışma programı. Herkes koşmayacak!! Meraklanmayın! Amaç, biraraya gelmek, Nehir'i yine onun seveceği şekilde anmak ve Nehir'in arkadaşlarına yardım etmek.

Gönüllülere ihitiyacımız olacak, ve bu "event"i duyurmaya. Ama önce biraz çalışma yapmalıyım! Bilgilendirmeye devam edeceğim.

Saturday, July 9, 2011

Anılar İçinde Varolmak

İki haftayı biraz geçti...

İnişler çıkışlar devam.

Evde rutine giremeyen tek kişi benim. Leyla'yı hemen yaz okuluna göndermeye başladık. Hem spor yapsın, hem de evde tek başına, komşu çocuk da yok burada, kalmasın diye. Babişko, servisle de gidip geldiği için, belli saatlerde gidip geliyor.

Ben ise çabalıyorum. Metro ile mi gitsem, arada taksi, acaba araba, aklımda eski Vespa'm. Evin işlerini nasıl düzene koysam. Sporumu nasıl düzene koysam. Yani gündelik hayatımı bir düzene sokma çabasındayım. Yeni rutin yaratma çabası. Kadının "juggle" etme halleri. Bazı günler daha verimli, bazıları değil. Ara ara gece uykum kaçmış bir halde uyanıyorum.

Etrafım anılarla çevrili. İşte bu zor. Şaka bir yana hep aynı yerde yaşamışım. Bu büyük bir lüks, ama bir yandan da sokağa her adım attığımda, sanki 30 yılın içinden geçiyorum. Genç kızlığım, genç kadınlığım, sadece Leyla ile olan hayatım, Nehir, Nehir sağlıklıyken, Nehir hasta iken...

Sanıyorum, 2008 kasımdan bu tarihe olanlar beni o kadar şaşırttı ki, o ara o kadar başka türlü yaşadım ki, şimdi başka bir gezegen veya yüzyıldan geri ışınlanmış gibiyim.

Varolmanın dayanılmaz ağırlığı, hiç çıkmıyor aklımdan. Tam da böyle. Üzerimde büyük bir ağırlık. Ve "Nasılsın" soruları. "Nasılsın, iyi misin?" sorusuna dayanamıyorun. Çünkü, "Hayır, iyi değilim" demek istiyorum. "Çok şükür" demek içimden gelmiyor. Beni en çok zorlayan, işte bu gündelik hayattaki bu sıradan, laf olsun diye sorulan, yanıtı da hep belli olan soru. Belli değilmiş meğer.

Bir geçiş dönemi bekliyordum. Çok ağır bir depresyona girmeden, hafif hafif, alışmayı umuyorum. Bu hafta yataktan dahi kalkamayacak hissettiğimde, kendimi kaldırıp, spora gitmeyi başardım. Çıktığımda düzelmiştim. Geçen pazar sabah 5.30'ta uyanıp, Belgrad'a gidip, koşunca, kendimi iyi hissettim. Bütün iş spor yapmakta benim için. Ne olursa olsun, sürünsem de yapmalıyım. Başka türlü kendimi ayakta tutmakta çok zorlanıyorum.

Şu rutini bir oluşturabilsem.

Bazı yerlere gitmek istemiyorum. Nehir'le gittiğim. Hasibe Hanım örneğin. Kapısından adım attığımda, ağlamaya başlayacağımı o kadar iyi biliyorum ki, "Nasılsınız" sorusuyla...Gitmedim. Ne yapacağım, nasıl alacağım sebze meyveyi, organik, derken, Kanyon'da cumaları organik stand açılır olmuş. Beni kurtardılar. Üstelik çok da tatlı kadınlar. Bana çiğ bamya yedirdiler, derken acur. Ben sertifikaları, ürünlerin yörelerini sordum. O sırada, esas ilgili genç adam geldi. Yüzü tanıdık geldi, ama çıkartmam, hele bu aradan sonra, çok zor. O beni tanıdı. Feriköy'deki pazardan. "Saçlarınız uzundu", dedi. Ben de hatırladım. Nehir'e bol bol kırmızı üzüm aldığım tezgah. Genç adamların olduğu, güzel de muzları olurdu. Taa, 2008 ve öncesi. "Çocuklarla gelirdim, evet" dedim. Böyle olunca Kanyon'daki tezgah benim için yakınlaştı. Keçi sütünden peynirler, terayağ, yan masada organik sabun, şampuan...Fiyatları henüz karşılaştıramadım. Ama çok önemli değil, bu kadar anı içinde "yeni"liklere ihtiyacım var.

Arada "eski"ler hoşuma gidiyor. Levent'te hep alışveriş ettiğim kırtasiye vardır. Genç bir adam, dükkanda büyüdü, hala da adını öğrenmedim, buranın hala tutunuyor olmasını çok seviyorum. Zaten çarşıda değişmeyen, düşüneyim, Venüs, Merkez, belki de bu üçüncü yer. Oraya girdim, fotokopi için. Sağıma baktım, "moleskin" ajandalar! 2008'te ilk kez almıştım... İki tane var, içleri dolu. Saklıyorum. Gündelik, okulla ilgili yapacaklar derken Nehir'in hastane notlarını alır olmuştum. Bloga başlamadan önce. Sonra, TR'ye dönerken yenisini almıştım, o çok dolu değil...Gelmeden önce arayıp durdum, 18 aylık olanını, bulamamıştım. Meğer çıkmamış. Levent'te, küçük kırtasiye dükkanında buldum. Çok satmadıkları için sipariş vermemişler, ben isteyince, aradı, buldu, ertesi gün geldi. İşte, böyle basit anlarda, bu "tanıdık"lık hissini, "küçük" dükkanları, "mahalle"de olmayı çok seviyorum.

Dün ara ara yokladığım sitelere baktım. Kanserle mücadele eden. Güneş, iyi değildi, uzun süredir. Bekleniyordu. Ama bekleniyor olması kolaylaştırmıyor. Ayşegül ve Mustafa Güneş'lerini kaybetmişler. Yoğun bakımda, makinede iken dört yaşında olmuştu. Çok mücadele ettiler. Güneş huzur buldu artık. Allah Işık'a, Güneş'in ikizi, uzun ömür versin.

İşte, hayat karmaşası.