Sunday, December 4, 2011
Leyla
Saturday, October 29, 2011
OİP
Monday, October 3, 2011
Koşumuz...
Nehir'imin "eğlenceli" koşusu tam da arzu ettiğimiz gibi sıcacık, güleryüzlü, gönüllü, çoluk çocuklu geçti. Şimdi yazarken de gözyaşlarımı tutmam gerekiyor. O gün, güzel tuttum. Çünkü çok iş ve koşturma vardı.
Yaklaşık, 150 kişi kadardık. Aslında bilemiyorum tam.
Harika bir başlangıç yaptık!!! Fotoğrafları biraraya getirip yükleme işini beceremedim.
Bu yavaşlığın nedenini açıklayayım. Hem çalışıp, hem bunu yapmak düşündüğümden zor. Okuldaki tempo bu ara o kadar hızlı ki, sakin bir zaman dilimi yaşadığım an uyuya kalıyorum. Biliyorum, bu hareketin başarıya kavuşması için disiplinli çalışmaya devam etmeliyiz. Ben bu ara esas olarak vakıflaşma yolunda çalışıyorum. Bir "aksiyon" planı var yani.
Ama fotoğraf ve yazı işini ihmal etmemeliyim.
Koşu günü beni en çok sevindiren, öğrencilerimden, eski ve yeni, gönüllülerin gelmesi oldu. Öncesinde de yine öğrencilerden, "Nasıl destek olalım, duyuruyu arttıralım" gibi destekler geldi. Gençlerin katılımını çok önemsiyorum. Ve tabi Leyla, Mehmet, Demir ve Yasemin'in kayıt masasındaki etkin çalışmalarını görmeliydiniz. Zaten Leyla, bir gece önce, tüm katılım formlarını halıya serip, alfabetik sıraya koyduğu anda dahil olmuştu organizasyona. O ana kadar, "Sadece koşacağım" derken, bir anda iş yapmayı sevdi. Ben özellikle Leyla'nın ve arkadaşlarının bu işlerde faal olabilmesini de çok önemsiyorum. Böyle böyle bize göre belki de daha fazla gönüllü harekete "alışkın" büyüyüp, daha faal olacaklar diye umuyorum gelecekte.
Tabi, ben kayıt masasını Leyla, Mehmet, Demir, Yasemin'e ve sevgili Ayda, Murat ve Hande'ye emanet edince, arka planda kalan organizasyon işleri ile ilgilendim. Bu bizim için çok iyi bir öğrenme oldu! Bir gece önce, baba müzik işine el attı, ve bu güne uygun olabileceğini düşündüğümüz müzikleri biraraya getirdik. Bir anda, Mary Poppins'ten bir şarkı çalmanın ne kadar güzel olcağını düşündü baba, derken, hem Nehir'in seveceği, hem birlikte dinlediğimiz hem de yeni, eski şarkılardan bir "playlist" yaptık. Bunu yazıyorum çünkü, sevgili Yasmin, 14 yaşında, "Şarkılar çok güzeldi" deyince ayrılırken, "Tamam, iyi bir işi yapmışız" dedik.
Sevgili İrem Hanım, tüm cupcakeleri yaparak destek oldu bize! Ve gelen diğer her "teyze" elinde yiyeceği ile geldi. KACUV içecek sponsorluğunu sağladı. Sevgili Duygu, "Bizim çocuklar gelir" dedi, ve minik çocuklarla oyun oynayan iki ağabey geldi. Zaten görebildiğim kadarıyla, Duygu ve annesi yiyecek masası arkasında oldukça etkindiler. Sevgili Tevhide ve Burcu koşu parkurunda gönüllü yer alan grup içinde, kimin nasıl, nerede duracağını belirlediler. Tevhide, mühendis geçmişiyle, benden bir adım önde, parkur haritasını, birkaç adet hem de, basıp getirmişti!!
Her şey, gönüllülük anlayışıyla yapıldı. Plaj bayraklarını yapan Yıldırım Bey bile, sadece alışveriş sırasında gördüm, "Bizim de katkımız bu olsun" deyiverdi. İ.T.Ü, zaten, "Her türlü desteği veririz" demişti...
Aksaklık olmadan atlattık! İlk olduğu için, beni endişelendiren öngöremediğim bir "acaiplik" yaşanmadı. En önemlisi, herkesin keyif almasıydı. Ve bir sonraki yıl için önemli fikir, adındaki "koşu" lafını kaldırmak. Bu nedense herkesçe fazlasıyla ciddiye alındı bence. Bir grup katılımcıyı bu sözcük ürküttü!! Bunu değiştireceğiz. "Kebaplı koşu" ... Şaka!
Ben de kendime önemli bir ders çıkarttım. Bir sonraki yıl kayıt masasında duracağım. Çünkü herkese merhaba diyemedim, ortalıkta dolanıyor olunca. Zaten, bir anda, tabi sonrasında hatırladım, Christine ile tanıştığımızda kayıt masasındaydı! Mantıklı! Tam ayrılırken, örneğin, bir kadınla yüzyüze geldim, bana güzel ve dikkatli baktı, ben nereden tanıyorum diye düşündüm... Sonra, ayrıldıktan sonra ama, bir blog takipçisi olup, Nehir'e veda ettiğimiz gün bizimle olduğunu hatırladım!! Lütfen, bir sonraki etkinlikte daha çok tanışma ve konuşma fırsatımız olsun!!
Tüm bu "duman"lı kafamı heyecanıma verin. Biz bütün akışı, o gün "prova" etmiş olduk. Öncesinde , ne olabilir ki desek de, bu kadar basit bir organizasyon bile bir organizasyon!! Bir sonraki etkinliğimiz daha iyi olacak. Daha iyi olacak derken, en önemli eleştirmenim olabilecek, sevgili Bilge, tam puan verince, huzura erdim. Annesi Alman (!) ve böyle etkinlikler içinde yer alan, düzenleyen biri olarak "Çok iyiydi" demesi benim için çok önemliydi. Yine de bir sonraki etkinlikte, artık daha fazla katılımcıyı hedefleyerek, bir organizasyon yapacağız. Ben bu ilk olanı, bir sınırda tutmak, ve yüzümüze gözümüze bulaştırmadan gerçekleştirmek istiyordum. Özellikle öncesinde az zamanımız olduğu için.
Yaptık. O gün Nehir'le bir gün geçirdim. Nehir'in gülümseyen ve izleyen fotoğrafı bizimleydi. Son anda, babası koyuverdi, "Masaya koyalım "diye.
Bizimle olan herkese buradan da teşekkür ediyorum. En değerlisi, Ayşegül ve Mustafa'nın gelmiş olmasıydı. Sevgili Güneş'i kaybedeli çok da geçmeden, bizimleydiler. Biz de onlarla. Güneş'in ikizi Işık ile tanışma fırsatımız, ve birlikte neler yaparız diye konuşma fırsatımız oldu. Koşunun sonunda yine pembe balonları bırakırken gökyüzüne, ağabeylerden biri, bir kalp bağlayıverdi, bir balonun ucuna, ve hep birlikte Nehir'e, Güneş'e, Ali'ye selam gönderdik.
Ve dün.
Dün, fakültede koridordayken, ilkokul bir veya ikinci sınıf, üzerlerinde üniforma iki küçük kız beni gördü ve "Nehir'in annesisiniz değil mi?" diye sordular. Ben de "Evet" dedim... "Nehir vardı, Ali vardı, diğer çocuğun adı neydi?" diye sordular. "Güneş" dedim. Biri, "Aa ben Güneş ablayı tanıyorum" dedi, diğeri, "Hayır, o değil, bu Güneş, bebek" dedi... Ben de açıkladım, "Evet, Güneş 4 yaşındaydı, biliyor musunuz o gün kardeşi oradaydı, Işık."...İşte bunları merak eden, Sevgili Fakülte sekreterimiz Nurcan'ın kızıydı ve koşuya gelmiş, bunu arkaşıyla paylaşmış ve birlikte merak etmişlerdi. Sanıyorum doğru yoldayız!!!!
Hepinizi çok seviyorum, gönülden verdiğiniz destek, paylaşım, ve duyarlılığınız için.
Wednesday, September 7, 2011
Pembe Balonların Ardından Bir Yıl
Bizim için önemli bir dönemeç. Kabullenmemiz adına.
Kabullenmek.
Yine bir tesadüfle, 4 Eylül sabahı, beni çok etkileyen bir kitabı bitirdim.
"When Bad Things Happen to Good People".
1980lerde yazılmış. Oğlu iki yaşında, erken yaşlılık sendromu ile teşhis edilmiş, 13-14 yaşında öleceği söylenmiş, sonraki yılları, doğumgünlerinde acı çeken ve 14 yaşındaki oğlunu kaybeden bir haham yazmış.
Bir din adamı.
Sormuş, sorgulamış.
İyi insanların başına bu trajediler neden gelir?
Kader midir? Şansızlık mıdır?
Her şeyi yazgı ile açıklayabilir miyiz? Rassallık nasıl giriyor denkleme?
Din bize nasıl yardım eder? Sınırları nedir?
Böyle trajedilerden sonra insanlar ne yaparlar?
Gibi sorular sorular sorular.
Benim için çok ilginç bir buluşma oldu. Kendi kendime vardığım sonuçları bir din adamından dinlemek, okumak. Bana çok da huzur verdi. En önemlisi.
Bitirken de demiş ki, evet olgunlaştım, çok daha iyi bir haham oldum, ama oğlumu geri almak için bir saniyede hepsini verirdim. Sıradan, sığ bir adam olurdum.
Evet evet evet. Hiçbir bilgelik düzeyi bu deneyimi anlamlı kılmaz.
Ve işte bugün webistemiz işlerlik kazandi. İster Koş İster Yürü...Ayrintili bilgi
www.coyag.org
Hem de yeni bir blog olusturdum, COYAGa bagli olacak. Burasi hala bizbize kalsin istedim!
Gönüllü bize o etkinlikte yardim etmek isteyecekler, bana yazabilirler.
Umutla, umutla, umutla!!!
Nehir'im seni seviyorum.
Sunday, September 4, 2011
Nehir'im, tatlım
Sunday, August 7, 2011
Haberler
Friday, July 15, 2011
Haydi Koşuya
Saturday, July 9, 2011
Anılar İçinde Varolmak
Sunday, June 26, 2011
İstanbul: Yeniden.
Tuesday, June 7, 2011
Ara
Monday, May 16, 2011
Gözyaşları Hiç Durmazmış
Monday, May 9, 2011
Nehir'in Arkadaşları
Monday, May 2, 2011
Bir Mayıs Derken 2 mayıs
Tuesday, April 26, 2011
Yazdan Gelme Bir Gün
Thursday, April 14, 2011
Mutluluk
Thursday, April 7, 2011
Run Zeynep Run: Birinci Gün
Tuesday, April 5, 2011
Blogspot Muamması ve Ondan Bundan
Tuesday, March 29, 2011
Yaprak
Tuesday, March 22, 2011
Bisiklet: Yine
Thursday, March 17, 2011
Baharın Belirtisi
Saturday, March 12, 2011
Nehir'im
Thursday, March 10, 2011
Nehir'imin Kekleri...
Bugün, İpek de bize katılınca cupcake yapımı daha şenlikli, ve güzel geçti. Mühendis olarak, bir ölçüyü iki buçuk ölçüye çıkarıp, bir yandan da gramları bardağa, ve kaşık ölçüsüne çevirme işini, Leyla ile İpek birlikte yaptılar!
Monday, March 7, 2011
Kazmalar Elimizde
Saturday, March 5, 2011
Yazmaktan Alıkoyamıyorum Kendimi
Nerde kalmıştım?
Bu bloga nedense duygularım ya yerlerdeyken, ya da yukarılardayken yazmayı seviyorum. "Stabil" iken çok yazmak gelmiyor içimden. Halbuki o "normal" hep sevdiğim hal.
Rüyam.
Nehir'i ilk kez rüyamda gördüm, iki hafta önce. "Annecim seni seviyorum" diyordu.
Dün gece ise, yine gördüm. Bu kez, tedavi bitmiş, üç aylık taramalarda temiz çıkmış. Sokakta, ben peşinde yürüyorum, o da, yürüyor, koşuyor, oynuyor... Aklımdan, "Peki tüm bu tedavilerin sonraki etkileriyle nasıl başa çıkacağız, ama çok beceri yitirmiş gibi durmuyor, ne de akıllı bakıyor" gibi birşeyler geçiyor...
Sanıyorum, aklımda olmasını istediğim, olmalıydı dediğim senaryoydu bu.
Sabah uyanınca, bir an şaşkındım. Sonra farkettim rüya olduğunu. Tersi olmalıydı aslında, Nehir'in yokluğu bir rüya olmalıydı.
Yapacak bir şey yok.
Aslında iyiyken yazıyorum. Bu rüyayı yazınca biraz "cızz" ettim ama...
Leyla bugün uzun bir doğumgünü partisinde. Önce bir iki saat havuza gidiyorlar, sonra da "spa" yapacaklar ve "sleepover"... Pek neşeliydi giderken. "Sleeping Bag", mayo, havlu, yastık, ıvır zıvır ile haftasonu kaçamağı fikri hoşuna gitti çok. Kapıda bırakırken, Bonnie, ev sahibi, dediki, "Hadi size de Mahmut ile iyi eğlenceler, çok yapamıyorsunuzdur"... Yani bizi az tanıyan bir anneden bunu duymak çok hoşuma gitti. Yani, sıradan, "Merak etmeyin, Leyla'yı" ya da, "Bakalım 7 kızla ben ne yapacağım" demek yerine bu cümle. Kulağıma ne kadar güzel geldi anlatamam.
Biz de zaten, hazırlıklıyız.
Hava soğuk mu demiştim. Bugün 50 dereceye çıktı... Yani 10 derecelerde. Nasıl "ılık". Yani, küresel ısınma böyle bi şey sanırım: Bir aşağı, bir yukarı.
Tamam tamam sustum.
Böyle bir şarkı vardı.
Susmuyordu nitekim!
Friday, March 4, 2011
Bloglama-Bloklama
Bugün, Gülnur, yazmış, Zeynep herkes wordpress’e taşınıyor demiş. Ben de deneyeyim dedim. Bir yandan da biraz daha bana ait bir yer peşindeyim. "Kendime ait bir yere taşınmak istiyorum".
Ama bu hafta iki kez yazmaya yeltendiysem de, okursuz blog blog değil, canım Nehir’imin Teyzeleri olmazsa, TR dışındaki sevgili blogseverleri unutmayarak tabi, arada kaldım.
Şimdilik ikinci adresim: http://nehirimle.wordpress.com/
Bu wordpress teki, “Hello World!” başlangıcı çok hoşuma gitti. Gerçekten de varolmak ile ilişkili düşündürtüyor insanı. Yani, bir sosyal paylaşım ortamında sesimizi, -kimliğimizi duyurmazsak yok mu oluyoruz. Tuhaf geldi, blogspot yasaklanınca. Nehir-im bir varmış bir yokmuş, kayboldu. Acı çok acı… Ama işte ne yaparsın Nehir-im, bizim ülkemiz de böyle bir yer, sap ile samanı karıştırmak da tam da böyle bir şey. Beğenmediğin bir iş mi var, uzatmayalım, yasaklayalım. Hiiiiç yok. Biz ne yapıyoruz. Bu yaptığımızın sonunda birileri etkilenecek ama. Ama önemli değil ki, zaten “blogger” dediğin de kimdir. Yazmasınlar. Gerçi düşünüyorum da, böyle bir düşünce silsilesi olduğunu düşünmek bile iyimserlik olacak.
Nehir-im, bizim memleketimizin gelişmesi lazım. Eğitimin yaygınlaşıp, zihniyetlerin çözülmesi lazım.
Hadi bizden haberler:
Burada kış bitmedi. Son kardan sonra yeni bir kar yağmadı ama bir soğuk, bir soğuk, “şapkasız çıkmıyorum”.
Özlem, merakla sormuştu, “Ne oldu, sabah 7′de gittin mi spora?”… Ha ha, ilk gün biraz geç gittim. Ama, evet gittim. Ve bir iki hafta önce hissettiğim o yorgunluk da yerini yeni bir enerjiye bıraktı. Bırakıyor. Bu ara zaten düzenli sporun faydaları üzerine, tesadüf, yazılar çıkıyor. Biri, bir şekilde spor sonrası bazı kimyasalların ortaya çıkmasıyla oluşan “runner’s high” durumu. Yani kendimizi fiziksel olarak iyi hissetmemizin kimyasal açaıklaması var imiş. Hep bilinirdi de, serotonin değilmiş de başka bir şey, mi. Nasıl, güzel anlattım sanırım. Benim için sonuç önemli, iyi geliyor. Ve de yeni bir fare çalışmasında koşmanın genç kalmada etkili olduğu yazıldı.
Bu sabah ise, İpek ile tenis oynadık. Düzelteyim hemen, o beni oynattı. Yalnız, altta kalmayayım, elimden gelenin en iyisini yapayım, koşayım derken, nasıl bir hareket, yüzüm kırmızı bir lambaya dönmüştü bitirdiğimizde ve ben hiç terlemediğim kadar terledim. Sabah, ben teniste yorulmam, sonrasında kardiyo yaparım diye düşünmüşken, sonrasında, sadece ve sadece duşa gidebildim.
Derler ya, “Yarasın”. Tam öyle bir durum. Haftada bir yapacağız. Ve cumaları. Ha, saati söyleyeyim, sabah 8 ile 9 arası.
Çook seviyorum erken saatleri, erken kalkmayı, günü etkin geçirmeyi.
Kütüphane nasıl gidiyor derseniz, o da iyi.
Peki şuna ne demeli. Çarşamba günü, dört kişilik bir masada otururken, yanıma pat diye, genç bir delikanlı oturdu. Pek de bir Türk’e benziyor. Bir iki dakika bekledikten sonra, acaba İngilizce mi sormalı, sormamalı mı diye düşündükten sonra, “Türk müsünüz?”, dedim. Pat. Ha ha. Koca kütüphanede, doktora öğrencisi bir Türk’ü yakalamışım. Ya da o beni. Hemen, serde hocalık, artık biraz dışarı vurur olmuş, “Hangi okul, aaa matematik doktorası mı? Uygulama, danışman seçimi doktoranın en önemli noktası, çok yaşlı mı, üretken de olmalı”…kütüphanenin dışında sohbet ettik. Tenis oyuyorum deyince, aaa, hadi seni İpek’le tanıştırayım, tenis oynarsınız deyiverdim. Çünkü hem İpek, hem de Barış, bizim güzel Ithaca’mızı sıkıcı buluyorlar. Tesadüf, İpek de beni arayınca, Collegetown da hep beraber kahve içtik. Böylece İpek benim eskide kalmış, köhne tenisimden sıkıldığında bir partner daha bulmuş oldu.
Yani hocalık mı, annelik mi, ablalık mı… Doktora öğrencilerini bir kenara koyuyorum hep ben. Yol aynı. Kaygılar.
Güzel bir Ithaca dedikodusu yaptık. Geçen gün bir sabah, Leyla ile Collegetown’da kahvaltı ettik. Bir baktık, yine genç bir kız, siyahlar içinde, elinde topuklu ayakkabı, yürüyor. Leyla tabi, hemen, soruyor, huaaa, bu ne diye. Daha önce de bir kez elinde topuklu ayakkabısıyla, sabah çıplak ayak yürüyüen bir başka genç kız görmüştük. Ve geçtiğimiz haftasonu iki ayrı yerde iki ayrı genç öğrenci, alkolden, ölü bulundu.
Yani bunları görünce…Ivy lig, mig, o yaşta evde olması daha iyi gibi, Leyla’yı göndermeye bile çalışmayalım bir yerlere gibi, nerden geldiğini bilmediğim, bir yasakçı ve kontrolcü zihin beni hapis aldı!!!!
Nehir’in doğum günü geliyor. Ne yapacağız derken, dün Leyla, “Anne, kardeşimin doğumgününde okula kek götürebilir miyim?” dedi. Önce, çok anlamlı gelmedi, sonra da tam aksine ne kadar güzel bir fikir diye düşündüm. Nehir’ciğimin doğumgününü, ablası ve arkadaşları kadar kim güzel kutlayabilir. Çocukca bir kek heyecanı, ne de güzel yakışır miniğime. Leyla’nın en çok Nehir, değil, “kardeşim” demesi hoşuma gidiyor.
Şimdi Hande’den cupcake tarifi alacağım. Üzerlerini de, Leyla “pembe” süsleyelim, dedi, tabi ki pembe süsleyeceğiz. Haftaya cuma günü, sabah okulda kutlayacağız. Akşamı da, tesadüf, yemek ve tiyatro gösterileri var, yine Leyla’ların. “Festive” olacak yani.
Hadi artık durayım. Bir şeyler daha vardı, anlatmak istediğim ama…