Tuesday, June 30, 2009

Gün 11

Ne zaman kısacık yazıp yatacağım desem, laf lafı açıyor ve uzatıyorum ama durun bakalım, yorgunum ve dahası kitabı okumaya devam etmek istiyorum.

Yaniii, sabah baba araba tamirine, malum AC, ve pazar günü iki üç exitlik otoyola çıktığım sırada, gerçekten nereden geldiğini anlamadığım küçük bir taş parçası ile küçükçe çatlayan öncamın daha da ilerlememesi için önlem almaya gitti. O gün bir de bardak kırınca ben, "Ama nazar değildir, bu sersemliktir" dedim.

Ben ise evi toplayıp, biraz temizlik yaptım.

Öğlen yemek yedikten sonra, kliniğe yola çıktık, Nehir uyuyakaldı, ama kliniğe varıp, "big hug" zamanı geldiğinde ağlayarak uyandı, ve kalan zaman diliminde oldukça huysuzdu. Muayene bile ettirmedi kendini.

Dr. Russell bizi yine göremeyecekti ama son anda uğradı. Ayaküstü, GMCSFler bu huysuzluğun nedeni olabilirmiş. Genel bir ağrı, ya da sıkıntı hissediyor olabilirmiş. Yapacak bir şey yok, siz "ativane" alın diye gülünce, ben St John's Wortleri ikiye çıkarttım, Nehir'e de versek diye yarı şaka acaba yarı ciddi sordum. Kesin bir hayır çıktı, acaba yarı ciddiysem diye. Yani, bunu yaşayacağız.

Bugün en sonunda, öyle mi böyle mi derken, kırkbeş dakikalık bir eczaene beklemesi sonunda Accutane'i de almayı başardık. Bakalım yarın başlayacağız.

Klinikte Harley'e rastladık, annesinin kucağında idi. İyi görmedim. Hatta ilk kez durgundu. Ne diyeceğimi bilemedim o anda. "Good Luck" dedim. Zor. Allah güç versin. Annesine de.

İşte böyle bir gün llgın'lara gitmemizle, neşeli son buldu. Biz çığlık atan ama nehir olmayan çocuklar gördük. Hatta Nehir sadece bir kez "seslendi", ama evdekinden çok daha çabuk sakinleşti. Ilgın'ın yaptığı yemeklerden yedik, hatta Nurgün memnun olacaktır, Mahmut diğer babalarla sohbet etti.

Aklımda accutane işi var.

Monday, June 29, 2009

Gün 10

Dünkü perişanlıkla yatıp, kitabımı elime aldım ki, ilaç karşıma çıktı. 10 gün boyunca, tüm gün oturarak (iki üç saatlik periotlarla ve pozisyonunu bile değiştirmeden) yapılan Vipassana meditasyonunu anlattığı sayfada imiş sıra!!! Amaç, hayatta ne türlü sıkıntı, dert olursa olsun içinde kalarak başa çıkmayı ( daha doğrusu getting used to), alışmayı öğrenme. "Şıngır". Ben de kabullenmeli, Nehir'in zorluklarını, şikayet etmeden, yaşamalıyım. Yani haplara veda etmeliyim. Şaka! O kadar da değil. Ama bana güç verdi.

Sabah Nehir'i alıp parka gitmeyi başardım. Gerçi kapıda isteksizdi, babayla ablayı bırakmak istemedi. Nasıl olacak da baba ile abla dönecekler, bilemiyorum. Baba hiç çaktırmıyor ama asıl o ayrılmakta zorlanacak gibi.

Yapacak bir şey yok.

Parka gittik, saat 8.30 gibi. Hani geçenlerde dedeleri ile sohbet etmiş olduğum, siyahi ikizler bu kez babalarıyla idiler. Nehir pek de hevesli davranmasa da, bir kez kaydı, biraz oyucaklarla oynadı, biraz yedi, ama en çok portakal suyunu severek içti. Salıncakta eğlendi. Ben bir sayfa kitap okuyabildim, Nehir sık sık "desteğe" ihtiyaç duydu.

Saat daha on olmamıştı, kendi eve dönmek istedi. Ben hazır yakınlardayken, half-priced bookstore a ve indirimdeki Gap'e uğrayıp, öğlen için hepimize sandviç alıp, döndük. Eve 10 dakika kala uyudu. Bu kez eve gelince uyansın istedik, çünkü GMCSF aklımızdan uçup gitmişti. Biraz çığlıkla iğneyi yapıp, bu kez yemek yedikten sonra, düzgün uyudu.

Doğrusu bugünü düne göre daha iyi geçirdi. Geçirdik.

Ah ama asıl sorun, yarın başlayacağımız Accutane için internetten kayıt olmak gerekiyor, bizim kayıt olmamız için gerekli şifre posta yolu ile gelecekken, hala gelmedi. Yani doktorun reçetesi ilacı almaya yetmiyor. Hamilelerin alması kesin yasak imiş, yenidoğan sakatlığına yol açıyormuş. O nedenle çok sıkı tutuyorlar.

Neyse bugün aradık sorduk ama yapacak da bir şey yok. Postadan çıkmadı. Yarın klinik randevumuz var. bakalım nasıl olacak.

Posta demişken!!!!

Bugün İstanbul paketi, zaten gelmişmiş, ve fakat not bırakmadıkları için haberimiz olmamış, ben bir bakayım dedim bugün. İyi ki de demişim.

Nasıl da Noel Baba paketi.

Önce Gökçe Hanım'ın çok sevimli çantaları çıktı. Leyla ile Nehir'in ilk birörnek birşeyleri oldu. İkisi de çok sevdiler. Leyla havuza giderken kullanacakmış. Nehir tahminen "okul"a gider her çanta ile yaptığı gibi. Çok teşekkür ederiz.

Leyla'nın eşyası, karnesi derken, en sonunda gördüm, beyaz zarfı. Bu ne acaba diye açınca doğumgünü hediyem çıktı. Bayıldım. Leyla "Anne ağlıyor musun" dyie tipik sorusunu sorunca, ağlamadım. B A Y I L D I M. Harika bir fotoğraf albüm, yapılışı da, düşünülüşü de, biraraya getirilişi de çok güzel. Hele tüm geçmişim İstanbul'da kalmışken, o kadar güzel oldu ki geçmişe gitmek. Hmmm, lisedeki o kabarık saçlar hariç tabi!

Teşekkür ederim!!! "Nasıl geçti habersiz, o güzelim seneler" gibi bir şarkı vardı, makamlı. Olsun. Yıllar yıllara eklendikçe dostluklarımız değerleniyor.

Bugünki yiyecek notları için teşekkür ederim. Biz çukulataya başladık. Popcorn'a gülümsedim. Çünkü 9.katta nasıl bir popcorn tüketimi vardı, bizden başka anlatamam. Ve biz kokusundan o kadar rahatsız oluyorduk ki. Meğer çocukların yine bir bildikleri varmış. Ronald McDonald House'da popcorn arabası vardı!!

Şimdi gözlerim ağırlaştı, ve kitabıma gitmek istiyorum.

KarneNot: Leyla'cım ne güzel karne getirmiş. Kendi de ilk iş baktı. Sınıfiçi kurallara uymakta "desteğe ihtiyacı var", "başarıyla uyguluyor"a dönüşmüş, kendi pek memnun oldu. Ben ise onun heyecanla gidip, ,ilk iş o maddeye bakmasını çok sevdim.

Sunday, June 28, 2009

Gün 9


Durum fena.

Yani tüm günü mızmız veya tantrumla geçirdik. Bilmiyorum toplam bir saat Nehir'ciğimin sesi az mıydı acaba??

Bakamadım, ilaçlar mı diyorum çünkü sevgili kızım her daim "sesli" olsa da bu kadar değildi. Gerçi benim aldığım haplar düşünülürse, tüm bu sekiz ayı Nehir'in bizzat yaşadığı düşünülürse, ve hala bir sabah sağ, diğer sabah sol, iğne olup duruyorsa, iğne yoksa baktrim gibi acı bir ilacı içiyorsa, olmadı, kliniklere gidip, big huglar, kilosunu ölçmeler, haftada bir dressing change ler, olmadı tanımadığı bir başka klinik, derken, bir hastane....

Off. Nehir'im tantruma girmesin de kim girsin.

Nehir'cim tatlı kızım sana bir türlü yardım edemiyoruz.

Bugün acaba ona da gevşetici bir şey verseler diye düşündüm. Ailecek gevşesek. Tabi ki bu kadar ilaç içinde olamayacağı veya bir bu eksikti dedim. Nurgün der şimdi, "Bırakın kızı siz kaç tane alacaksanız alın".

Evet, haklı da.

Ama aklıma çukulata geldi. Çiğ kakao. Malum antioksidan ve mood a iyi geliyor.

Bugün şuna karar verdik.

Birincisi, Nehir'in uyku ve yemek düzenine sadık kalacak şekilde ayarlanacağız. Çukulata yedireceğiz. Zaten veriyor idik, ama eksik etmeyeceğiz. Başka "doğal" yiyecek varsa, yarayacağını düşündüğünüz yazınız lütfen!

Ve bu sabah Nehir'i yine ancak 10.00'da çıkarınca dışarı ve Nehir parka giderken yolda uyuya kalınca, parkta bile uyanmayınca...Şu uygulamayı deneyeceğiz. Ben (veya Mahmut), sabah piknik sepetiyle, erkenden parka gidip, kahvaltıyı dışarıda edeceğiz Nehir'le, parkta. Ve saat 10.00 gibi eve döneceğiz. Leyla ve geride kalan ebeveyn kahvaltı ve havuz yapacaklar.

Amacımız, Nehir'in Leyla'nın da olmadığı, kendi yaşındakilerin olduğu bir ortamda zaman geçirmesini, güneş saatleri içerisinde hava almasını, ve hareket etmesini sağlamak. Tüm gün Leyla ile birlikte olmaları ikisi için de zor oluyor. Leyla hep temkinli, Nehir de hep "her şeyi yapan" ablası gibi olmaya çalışıp, olamayıp, "frustrated" bir hal alıyor.

İkisi için de daha dengeli olabileceğini umuyoruz.

Bu sabah Nehir uyuyakalınca arabada, bari uyusun diye, "drive through" dan bir kahve aldım, sonra da tıngır mıngır eve yollandım. Eve yaklaştığımızda Nehir uyandı, ve ben de eve gitmektense ne zamandır aklımda olan "doll house" alma işini yapayım dedim. Leyla geldiğinden beri, ikisinin ortak oynaması için de iyi olacağını düşünüyordum. En sonunda, TCH2de zaten Nehir'in oynayıp sevdiği, plastik malzemeli ve hafif olanda karar kıldım. Belki de TR'ye götürürüz diye. Katkılarından dolayı Nurhan ve Bilge'ye teşekkür ediyorum.

Eve geldiğimizde ne kadar doğru bir iş olduğu ortaya çıktı. Leyla Wii'siz bir gün geçirdi, hatta bilgisayarsız. Ve ara ara karışsalar da Nehir ve Leyla'nın aynı şekilde sevdiği bir oyun oldu evde. Nehir oyuncaklarını "Leyla almasın" diye paylaşmama eğiliminde olduğundan, oyun odası iki yaş oyuncaklarıyla dolu olduğundan, "İkinize alıyorum, paylaşacaksınız" diye verdim. Yani ilk resmi paylaşımları.

Anne memnun.

Derken, eve geldiğimizde, Fort Worth'den beklediğimiz Accutane alabilmemiz için gerekli mektup gelmiş mi diye Mahmut'a sorunca, bak posta dedi, bir sürü fatura zarfı. Aaa, bir de ne göreyim, aralarında el yazısı ile adımın yazılı olduğu bir SPA zarfı. Allah allah adıma neden, nedir bu diye açtım ki!!!

Ne kadar güzel düşünmüşsünüz yine!!!! Harika bir doğumgünü hediyesi!!!! Mahmut "Aaaa bak erkek için de varmış, çift varmış" diye asıldı biraz ama hiiiç yok öyle şey. Nelerden ne seçeceğime altı ay içinde karar verebilirsem, yok da yok, ben ise perişanlık içinde, acaba nasıl bir mucizevi "treatment"a gitsem de "başkalaşsam", Şebnemcim demiş ya, kendime yabancılaşsam. Ya da "eski" halime yakınlaşsam.

Arkadaşlarım size bu düşünceli, kadın mı kadın hediyeniz için çok teşekkür ederim.

Şimdi sonunda gün bitmiş, çocuklar uyumuşken, rahatladım. Oysa sabah Nehir arabada uyurken, ağlıyordum. O kadar erkenden uyuyakalmış olmasına, yorgunluğuna, yine iştahsız oluşuna, yüzünün küçülmüş olmasına, güçsüzlüğüne ve çaresizliğime üzülmüştüm. Şimdi yatacağım, Hindistan'dan Bali'ye geçmek üzereydim en son. Geldiğimizden beri okuyamadığım kitabıma döneceğim.

DollhouseNot: Maalesef, malum Teksas, aile sarışın. Eşyaları Leyla yerleştirdi. Bir ara kendimi tutamayıp, balkondaki mutfağı içeri, bizim evimizde çatı arasında olan çamaşr makinesinden ilhamlı tavan arası "laundry" yi en alt kata indirecektim ki kendimi tuttum. Ben ev paketinden "aile" çıktığını anlamamışım, ben de alınca, şimdi iki aile bir evde yaşıyor. İki bebek, iki çocuk, iki anne, iki baba. Paylaşmaları daha kolay oldu.

Saturday, June 27, 2009

Gün 8

Önce düzeltme. Gün 125 gibi bitecek!!!! Bu iyi. Çok iyi. Bir anda tedavi kısaldı. Ve Hande'nin söylediği gibi biri bitti. Bu çok iyi. Ve Özlem'in söylediği gibi artık üçüncü ve beşinci turlarda ne olacağını bilmek de oldukça rahatlattı. İlk iki gün biraz zordu ama artık ilaç dozlarını daha iyi bilecekleri için daha rahat geçeceğini düşünebiliriz.

Şimsi sırada ikinci tur var, ve sadece 15 gün sonra yine gideceğiz. 9'unda Fort Worth'de olacağız. Cuma günü Dr. Granger görecek. Pazar gecesi yatacağız. Dört gün, bu kez IL-2 alacağız. Çıkabilecek durumda ise Nehir, iki gün çıkıp, sonra yine pazar gecesi yatıp, bu kez antibody ve IL-2 birarada alacak. Bakalım, bu bölümünü de atlatacağız. Ama ben St. John's Wort'ü ikiye çıkardım. Ağlama eşiğim kalmamıştı artık. Bilinmezin ağırlığı çok geliyor ve 8 aydır "sağlık"la yoğrulmuş olmak yordu beni.

Bugün.

Nehir sabaha iyi başladı. Ben altı buçuk saat kesintisiz uyumuşum, çok iyi geldi. Baba kızlarla yatmış, bana Hande'nin (artık Leyla'nın yatağı) düşmüştü. Sabah, "annee, annee" diye beni arayan Nehir, sonunda bulduğunda beni, saat altıbuçuk gibiydi. Hande'cim pek rahatmış. Yalnız ben, hastanede eğimli başucuna alışmışım, düz yatakta başaşağı hissinden zor kurtuldum.

Günün kalanı.

Nehir mızmızdı, mızmızdı, mızmızdı. Salı günü başlayacağımız Accutane'den korkmamıza gerek kalmadı. Daha da kötü olamaz herhalde. Nehir'in çıkmaya, parka gitmeye ihtiyacı var. Aslında bugün öğle uykusundan başını benim yatakta unuttuğum "wipe"ları sıcak tutan plastik kutuya çarpıp da uyanmasıydı, belki daha iyi geçebilirdi öğleden sonra. Akşam, hepimize bir "outing"olsun, hem de doğrusu kutlamasız doğumgünüm kalmasın diye, Cheesecake Factory'e gittik. Nehir makarna ilk geldiğinde, ve sonra dondurması geldiğinde bir parça güümseyen yüzünü gösterdiyse de, zordu bugün.

Nehir'in mızmız olması için neden aramaya gerek yok, çok oluyor bazen. Ve içim acıyor. Ve nasıl bir anne-baba halidir ki, ya da çaresizliktir ki, bazen başaçıkamıyoruz. Bugün bir noktada baba "Allahın aşkına Nehir lütfen sus" dediğinde, Leyla, "Çocuk daha Allah nedir bilmiyor ki" diye anımsattı bize.

İşte bizden karışık manzaralar.

Friday, June 26, 2009

Gün 7: 1st Discharge

Hip hip hurrayyy!!!!

Houston'da evden yazmak ne güzel bir duygu imiş. Gerçi Leyla gelince, "Biliyor musun, RMH'de daha çok yapacak şey vardı" dedi...Sanıyorum babişko ile basket oynamayı, biraz daha dışarıda, arada yaşıtlarıyla, programsız oynayabilmeyi, gidip gelmeler, yemekler, değişik insanları kastetti. Kendince haklı.

Amma vellakin, ben bi mutluyum bi mutlu.

Birincisi, Nehir dört gün, bir odada ve hatta bir yatakta zaman geçirdikten sonra dışarıda!

Ve bu sabah, sanki önceki günlerde ağrılar çeken o değilmiş gibi "kendinde" uyanıverdi. Doktorlar yine bildiler, antibodylerin etkisi geçince, bir şey kalmıyor. Görünen.

Sabah erkenden, 8.45 gibi Dr. Howrey geldi, kovboy çizmeli doktorumuz, "How is she" dedi, Çok iyi, ateşi 37 küsur dedim, "Önemli değil" dedi, "Gidebilirsiniz" deyince, ben, yarın çıkmaya hazırlamışken kendimi, sevinçten kafamı tavana vurdum.

Hemmen Mahmut'u aradım, neyseki odada yakaladım, ona çıklaım, gidelim, ver elini Houston'a dedim. Mahmut RMH kuralları gereği, çarşafları, havluları yıkamaya başladı...oda temizliği bize ait ya...Mahmut ve Leyla RMH'u tplamaya, ben de hastanedeki eşyamızı toplamaya başladım.

Yine de yola çıkışımız saat 2.45'i buldu. Tabi ki, GPS ile Austin yönüne doğru giderken, geri dönüp, doğru yola gitmeye başladık. Sanıyorum, kırk dakika kaybettikten sonra önce neşeli, sonra Nehir'in şahane haykırışlarıyla yoa devam ettik. Sonunda Nehir ve Leyla biraz uyudular, biz sohbet edebildik. Nehir uyandığında, arabanın içi yine sesle doldu. Sonunda "Duralım" dedik. Bu kez güzel, Teksas'a özgü, yolüstü bir yerde durduk. mahmut "sülün"- quail- yedi. Biz "beef". Yeniden yola çıktığımızda asayiş biraz daha berkemal idi.

Eve geldiğimizde, ya da küçük fırınımıza girdiğimizde, saat 8 idi. Nehir ve Leyla'nın odası en sıcak olduğu için, şimdilik bizim yatakta, hala Nehir'in sesi geliyor. Leyla'ya soruyor, "Anne nerde?", "Anneee, tinkıl tinkıl'ı söyler misin"...Bakalım ablasıyla uyuyabilecek mi...Konuşa konuşa, ben yazıyı bitirene kadar uyudu!!

"Home sweet Home" ne güzel bir laf. Houston meğer ne güzel imiş. Bizim yine de bir evimiz var imiş.

Yüzümde bir gülümseme. 40 yaşımın ilk günü çocuklarımın ikisi de bizimle, kocacım yanımda. Tamamdır.

Size iyi cumartesiler!!! Evlerinizde, nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsanız!

ŞiirNot: Nurgün dünkü "mani" çok şekerdi, yine. Bugünkü şiiri de çok sevdim. Ama aklıma takıldı, Can Yücel'in olduğuna emin misin? Hangi kitabından??? İnternette dlaşıp da mı gelmişti acaba?? Aklıma takıldı. İstanbul'da olsak bakacağım. Gerçi İstanbul'da olsak başka ne çok şey yapacağım!

SanatNot: Şebnemcim, Leyla bana müzeyi gezerken bir iki soru sordu, ben de "Aslında bu yerleri Şebnem gibi sanatçılarla gezmek çok daha zevkli olur, daha güzel anlatır" demiş, seni anmıştım. Ne de doğru anmışım. Ne çok isterdim seninle, senin heyecanınla, birikiminle, yaratıcılığınla, ve yaratıcılığı algılanmanla gezmeyi. İnşallah bir Bienali, Nehir, Leyla, ve senle gezebiliriz (Kadriye'ler de gelir, tam olur, hatta en iyisi tüm ekip, ve çocuklar gidelim, sen çocuklara rehberlik yaparsın)...Tamamdır.

Thursday, June 25, 2009

Gün 6

13 yorumda kalmamış olması, bencileyin bugünlerde batıllaşmış halime iyi geldi!

Bu yaşıma kadar hayatın bana verdikleri için teşekkür ederim. Aldıkları da oldu, vermedikleri. Sıkı sıkı tutup benim zorla aldıklarım.

Sevgili Volker demişti ki bana-bunu yazmıştım, "hayat hep mutluluk, hep mutsuzluk" değildir. Aslında bunu Almanca'dan İngilizceye çevirip, "luck" demişti...ben de şans diye düşünmüştüm, sonra bu yıl, gluck, yani mutluluk da olabileceğini anladım. Ama hayatta her zaman her konuda şansız veya şanslı da değiliz sanırım.

Tuhaf bir durum var.

Ben belki de 17 yaşında, abimin "boş bir kız olma" demesiyle, "dolu" bir kadın olmaya karar vermiş, 20'lerin sonunda ise yaşlandığımda "wisdom" sahibi bir kadın olabilmeyi ummuştum.

Şimdi acaba bu "wisdom" işini ummakla hata mı ettim diyorum. "Challenge" üzerine "challenge" biraz işin dozu kaçtı.

Neyse, hayatın sunduklarını kabullenmekten başka çare yok, özellikle de kontrolümüz dışında olanları. Her şeyi kontrol edemediğimi ise kabullenmek, benim hayat dersim olacak sanırım.

...

Derken Nehir beni yanına çağırdı, ve başka şeyler yazacakken, sanırım otomatik olarak artık 26 hazranda post etmiş olacağım, 25'i atlayıp.

Nehir sağlıklı ve mutlu, antibodyler bugün bitti, bugünü "ajite" geçirdi, odada kaldığı için. Ateşin üzerinden 24 saat geçmesi kuralına uymamız gerekecekse, cumatesi ancak çıkacağız. Bakalım.

Tüm dilekleriniz için teşekkür ederim. Yaaa ben başka şeyler de yazacaktım. Demek biraz da susmayı öğrenmeliyim!

Şebnemcim ne güzel anlatmış, florasan lambayı. Ben biraz da o eseri yapıldığı tarihte, düşünüldüğü, yaratıldığı tarihte daha anlamlı bulmuş, Leyla'nın "relate" edememesini anlamıştım. Bende çok daha farklı hayaller, imgelemler çağrıştırıyor...

Nehir'in "anne gel" diyor. Hem de ne ses!

Wednesday, June 24, 2009

Gün 5

Bu sabah ben de her zamanki gibi ilk boş anımda blog yorumlarına bakayım dedim. "Klan" ne güzel açıklamış. Tomurcuklandım. Bize destek olduğunuz için, zaman ayırıp yazdığınız için, Blog üzerinden Nehir'i takip eden, soran herkesi kucaklıyorum.

Sabah hemşire, GMCSF miz kalmadı, dağıtımcının getirmesi 11.00'i bulacak, antibodylere 12.00 gibi başlayabileceğiz dediğinde, vermediğim tepki, artık bu işte "pişmiş" olduğumuzun bir kanıtı. Bu kez kafayı yemeden, yine de zamanlamanın etkinlik üzerinde etkisi olmayacak herhalde sorusunu, içerdiği tüm anlamsızlıkla, sordum. "Hmmm, evet, pardon antibodylerin etkinliği azalacak, ama oldu bir kez, kusura bakmayın" demeleri mümkünmüş gibi. Ya da neyin, kime, ne zaman, hangi miktarda, ve ne şekilde işe yaradığını sanki biliyorlarmış gibi.

Sessiz kalmayı, sukuneti tercih ettim.

Ve hiç değilse, belki biraz un-Turkey, dedikleri saate yakın, saat bir buçuğa doğru başladılar.

İyi olan, Nehir sabahı neşeli geçirdi. Ablası ve babasıyla oynadı. kahvaltı pek etmedi ama biraz karpuz yedi. Ve öğle uykusu zamanına kadar kendinde kaldı, iki saat uyudu, ve uyandı.

Bugün ilaç dozlarını, tiplerini en iyi ayarladılar. (İngilizceden Türkçeye çeviri bozuk cümle örneklerinden olsun bu).

Aslında, Cook's hastane olarak teknik, ve mimari açıdan TCH ile karşılaştırılamaz, ama bu tedaviyi bilen ekiple çalışmak çok daha iyi oldu. TCH'te bu tedavi ilk açıldığında, hemşireler de, doktorlar da bu kadar biliyor olmayacaklar. Zaten açmalarının zaman alacağını anlatırken, eğitimi de söylemişti Dr. Russell.

Geriye bakıp, BMT, ilik naklini düşündükçe, tıkır tıkır iş yapmalarının ne kadar tecrübeleri, tecrübeyle oluşturmuş oldukları süreçler olduğunu şimdi daha da iyi görebiliyorum. Özlem söylüyordu zaten, Nehir önceki süreci bu kadar iyi, biraz da onların iyi hasta-lık yönetimleri sayesinde geçirdi diye. Evet, bilgi, birikim, teknik donanım birarada bir yerdeydik. Bunu şimdi çok daha iyi anladım.

If, at any point, I have taken any piece in the treatment for granted, I apologize, and deeply. Thank you TCH for everything you've done.

Neden İngilizce, bilmem, kafam bulanık. Onlar İngilizceyi daha iyi anlarlar diye herhalde.

Bir karşılaştırma ise Leyla'dan. Koridorda gezerken, TCH'teki herkesin ona gülümsediğini, buradakilerin o kadar gülmediklerini söyledi. Ama sadece temizlik yapanlar burada daha güleryüzlüymüş, ama "herhalde TCH'tekilerin işi daha çoktu daha büyük olduğu için, buradakiler daha rahat" dedi. Gerçi, BMT katında Nehir'le oyun oynayan Asyalı temizlik görevlisini görmedi Leyla.

Ben ise "avlu"ya taktım. Hala anlamaya çalışıyorum, bir fonksiyon bulamıyorum. Çok yer kaybı gibi geliyor, estetik kaygısıyla yapılmış gibi geliyor. Bazen bir piyano, bazen de, bugün örneğin bir flüt, çalınca, bizim kata (3. kata) kadar ses geliyor gelmesine, ama bu iş yapılmış olamaz. Acaba daha az katta, aydınlıktan yararlanarak daha çok sayıda oda mı yaptılar? Sera Amca olsaydı da anlatıverirdi. Aileden gelme bina merak ve sevgim baki sanırım. Planını görmek isterdim.

Neyse düne göre daha iyiyim. Çünkü üçüncü günün sonuna gelirken, Nehir daha iyi. Ateşi, 38lerde kaldı. Tylenol ile idare edebiliyoruz. Vitalları düzenliydi hep. Kırmızılıklarını da daha iyi "manage" ettiler.

M A Ş A L L A H.

Ama yarın da odaya bağlıyız, ateş sürdüğü için. Bu da sabah kendine olduğu iki saati yine odada geçireceği anlamına geliyor. Dişimizi sıkacağız. Bir bakıma, Nehir de henüz ilik nakli sonrası dönemde olduğu için, o da korunmuş oluyor diğer çocuklardan geçebilecek enfeksiyonlara karşı.

Yarın doğumgünüm.

2001de Leyla'yı doğurduğumda, en güzel doğumgünümdü, Leyla kucağımda, "lohusa" halim.

İlginç oldu, bu kez Nehir kucağımda olacak.

Bebeklerim ve doğumgünlerim.

Doğrusu yine de bu şartlarda 40 yaşımı dolduracağım aklıma gelmezdi, o nedenle Ayda'nın dediğini yapacağım ve gelecek yıl, 41 kere maşallahlı, darbukalı....derken, mecaz anlamda yazdım....şen şakrak bir doğumgünü kutlayacağım. Yazarken bu hiç de ben değilim ama, doğumgünlerimi pek sevmem,. Sadece bu biraz "uç" oldu.

Bu benim yeni yaş dileğim olsun: 41 yaşıma bundan daha iyi girmek için çalışacağım. Ya da, şu biraz daha iyi olur. Gireceğim. Sağlık, beden ve ruh olarak.

Tuesday, June 23, 2009

Gün 4

Nehir sabaha kadar kendine gelemedi, dün. Bu sabah, yedide, kendinde ve neşeli uyandı. Saat sekiz buçuğa kadar biraz odada, sonra da dışarıdaki oyun "köşe"sinde oynadık. Biraz yürüsün istedim. Ne yazık ki, büyük oyun odasına gidemedik, biz hastalık taşırız diye. Bu kez ilik nakli bölümündeyiz ya, kapalı bölge.

Aydacım bu tedavi de kemoterapi benzeri belli aralıklarla hastanede olmamızı gerektiriyor. Bir yandan da ama standart tedavinin parçası, onuncu günde başlayacağımız bir hap var, accutane, 14 gün alacağız 14 gün ara vereceğiz. Ben doktorların bize verdikleri, hapı, antibodyleri, iğneleri, alacağı GMCSF ve IL-2 günlerini, her şeyi, kan tahlilleri zamanları da dahil, yol gösterici takvime göre 181 günü (220 gün tamamı, 181 gün sonunda hastane faslı bitip, accutane kalacak, son ay) yazmaya karar verdim. Böylece aynı zamanda tedavinin, medikal olarak da raporunu kendim için saklamış olacağım burada.
Sonuçta birinci (şimdiki), üçüncü ve beşinci turlarda, antibody-GMCSF kombinasyonunu, ikinci ve dördüncüde ise antibody, IL-2 kombinasyonunu olacak. Bunlar olurken, hastane dışındaki günlerde "accutane" ilacını alacak.

Accutane de ilginç. Bilenler vardır, cilt için alınan kuvvetli bir akne ilacı. Görülmüş ki, hani "n-myc" diyoruz ya, nöroblastom kanser hücre tipini agresif yapan özellik (Nehir'in durumu), accutane bu özelliği "off" yapıyormuş. Bu ne demek. Teorik olarak, arkada kalan gizli, saklanmış kanser hücrelerinin büyümelerini kontrol altına almaya çalışıyorlar. Engelliyorlar. Yani "accutane" koruyucu tedavi oluyor. Bu antibody çalışması zaten, sadece accutane alana çocuklar ile antibody ve accutane'i alan çocukları karşılaştırıp, iyi sonuç buldu. Let's keep our fingers crossed.

Saat 9 buçuk gibi antibodyleri vermeye başladılar.

Bu sabah Dr. Howrey ile konuştuk. Ben aynı şeyleri sorup duruyorum aslında. Dün gece, NY'ta 3F8 tedavisini gören çocuğun "relapse" olduğunu okudum.

Nehir ile karşılaştırmıyorum merak etmeyin.

Ama genel olarak biraz tekrarlamaya, anlamaya çalıştım yine.

Bir antibody "az" hastalık varken işe yarıyor. Bu iyi. Ve Nehir bu durumda bu tedavi için iyi bir aday.
Dr. Howrey, sadece beynin içine giremez, ama diğer yerlere ulaşır deyince, rahatladım, yani oldukça. En azından yüksek olasılıkla görülen tekrar yerleri, akciğer ve "pelvis" alanlarında etkili olmasını bekleyebiliriz. "If left any".

Neyse benim hala ana teorim, Nehir'in 19.5 aylık oluşu nedeniyle, 18 ay cut off noktasına yakın olmasının ona sağladığı avantaj.

Ve her şey.

Nehir bugünün düne göre daha iyi geçirdi. Yine yattı, çoğu zaman yarı kendindeydi. Morfinin dozunu daha yiksek başlatıp, dün Nehir'i iptal eden ilacı (ativan, ya da lorazepam) yarım doz verdiler. Bu kez hem iyi geldi, hem de dünkü gibi "snowy" yapmadı. meğer bu ativan depresyon, "anxiety" ilacı imiş! Bugün iyi geldi ama, mızmızlığı kalmadı. Doktora göre, he sabah sadece iki saat oynasa ve kalanı unutsa, her şey yolunda imiş. Tahminen bu "anxiety" ilacı hatırlamamasına neden olacak.

Tüm bunlar iyi, cildindeki "rash" bugün daha çok yerde var, benadril veriyorlar. Ateşi de yükseldi, 38lerde, tylenol ile kontrol ediyorlar, ve ne olur ne olmaz hem kültür yapacaklar hem de antibiyotiğe başlayacaklar.

Nehir bu tedavi için "iyi" durumda.

Benim için yine de onu böyle görmek zor geliyor. Çok şükrediyorumki, hastalık değil esasen beklenen yan etkiler bu gözlemlediklerimiz. Ve onu korumak için bunlar. Dr. Granger'ın dediği gibi, without jeopardizing her.

Kapıdaki hemşirelerin "checklist" kağıdında, "angel on your shoulder" yazıyor. Yatağına nazar boncuğu, monitörde dularımız asılı. Kalbimizde sevgisi.

Annesinin kuzusu, babasının güzeli, ablasının tatlısı...hepsi geçecek.

Nehir sağlıklı ve mutlu, bugünlerde biraz "uçtu".

Monday, June 22, 2009

Gün 3: First Round ch14.18 With GMCSF

Sabah 9'u biraz geçe antibody'i vermeye başladılar. Öncesinde, maalesef yine bacaktan iğne ile, GMCSF, sonrasında alerjik reaksiyona karşı benadril, ateşe karşı tylenol, ve morfin yaptılar.

Çok şükür.

İlk bir saatte olabilecek ciddi yan etkiler olmadı. Hatta gayet keyifli, cookie yiyip duruyordu ki karın ağrısı başladı.

Ve sonrasında morfin, ve advenelin (gibi bir şey, şu anda doğru yazmadım sanki-ativan), daha önce hiç almadığı bir ilaç aldı, ağrısı için. İşte o ilaç, genel olarak sersemletti, ne dediğini bilmez, sarhoş gibi oldu.

Biz günün kalanını Nehir'i ve monitörü izleyerek geçirdik. Nehir uyudu.

Nehir ilk kez bir tedavide "off" oldu. Gerçekten de çok şanslıymışız şimdiye kadar. Ki bu da hiç fena değil.

Antibodyler bitti, ama henüz kendine gelmedi, hala ağrısı olabilir, morfini yavaş yavaş azaltıyorlar, gece gerekirse verecekler.

Biraz IL-2 korkuttu beni bugün. İkinci round'da alacağı ilaç. "Crazy drug".

Bakalım.

Gördüğünüz gibi cümleler birleşip paragraf olamadılar. Kafam bulanık. Biraz takık. Bugün bir ara Leyla ile kafeteryaya gittik. Sadece o ara keyifliydi. Hatta güldüm bile. Ama şu anda neye güldüğümüzü hatırlamıyorum. Kardeşine "Sponge Bob" balon aldı. Nehir de zaten çok kısa bir ara uyanır gibi olduğunda, Leyla'ya hep olumlu tepkiler verdi.

Bir ara "ben komik oldum" dedi, sonra, "ben komik bakıyorum" dedi...

Sevgili kızım ha gayret bunu da atlatacaksın sen! Özlem bugün bana bir kez daha hatırlattı, "eğer sonuçlarla oynamadılarsa, bu tedavi standart tedavinin bir parçası olabilir, ve sen bundan belki iki yıl sonra yaşasaydın bunu hiç sorgulamadan geçirecektin" dedi. Evet. Ve tüm bunlar kısa süreli yan etkiler. Aslına bakılırsa kemoterapi ilaçlarının içerdiği çok daha kalıcı, ve zorlu yan etkiler yok.

İşte gün 3.

Not: Neye güldüğümü hatırladım. Leyla iki hastaneyi de eşit sevdiğini söyledi. Bu hastanenin avlusu var, ve biz iç avluya bakıyoruz. Ben sokağı, dışarıyı görmeyi isterdim. Leyla ise TCH'ın manzarasının kötü olduğunu, örneğin inşaata baktığını, buranın ise güzel bir yere, "böyle aynalı aynalı, düşünsene, inşaat varsa bile, sen onu görmüyorsun hep güzel bir şeye bakıyorsun, yani ötesinde olsa bile..." diye anlattı da anlattı. Ben de güldüm tabi. Üstelik, doğru, tam yanda, hastaneyi (Cook's u) büyütme inşaatı sürüyor. Matrak kızım benim, olumlu düşünmeyi hiç bırakma, sana çok yakışıyor.

Sunday, June 21, 2009

Gün 2






Cook's tayız.

Öncelikle Texas Children's Hospital'a selam olsun. Arada şikayet etmiş isem affola, gerçekten de Alice Harikalar Diyarı Hastanesi imiş. Burada ilik nakli bölümündeyiz, normal kat olacak demişti Dr. Granger. Bu "ihtimam" kaygılı bir seçimle karışık oda rahatlığı olabilir. Ama sonuç itibariyle "ortam" çok daha hastane gibi. Halbuki burası da bir çocuk hastanesi ama, örneğin duvarlar gri, odada alıştığımız canlı renklerden hiçbiri yok.

Şikayet etmeyeceğim. Birincisi bu tedaviyi çok istedik. Şimdilerde kendime açıklamakta zorlansam da bazen, Nehir'e hiç kıyamasam da, bir şekilde başlayıp bitireceğiz. İkincisi, Cook's bize en iyi fiyatı vererek hayatımızı oldukça kolaylaştırdı.

Ama ben bugünü yazmak istiyorum şimdi. Çünkü sabah babayı "zarifçe" uaynadırıp, her zamanki gibi kahvaltı edip, babaların babalar günlerini kutladıktan ve çocuklar bahçede oynadıktan sonra, değişiklik olsun diye, "iyi" olduğunu iddia eden, Modern Sanat Müzesine gittik.

Binanın kendi mimarisi de çok güzeldi, su ile çevrili, camlara su yansıyor. Zaten malum İstanbul'lu olunca susuz kalmak zor gelir hep. Artık yengeçlik mi deyin, ne derseniz, ama su beni inanılmaz dinlendiriyor.

Ne kadar iyi geldi hepimize anlatamam. Leyla, "Her gün gelsek hiç sıkılmam" diyordu. Sadece resim olacağını düşünüyormuş ama değişik formları görünce, çok sevdi. Ben, hafif, ya da hiç bitmeyen PMS halimden çıktım, baba gülümsemeye başladı, Nehir ise verdikleri skeç defterine karalamalar yapmaya bayıldı.

Leyla en çok Sean Scully diye Amerikalı bir ressamın eserlerini sevdi. Derken bir de 1975-2007 arası her yıl çekilmiş dört kızakardeşin fotoğraflarını sevdiğini söyledi (Biz bu fotoğrafları İstanbul'da gördüğümüzü düşünüyoruz ama nasıl, nerede bilemedik-Santral İstanbul??). Sonra düşündü, "Fişe Takılı Florasan Lambası" (!) dışında hepsini çok sevdiğine karar verdi. Nehir en büyük tepkiyi yukarı doğru uzanan merdivene verdi. Baba Andy Warhol ve Balzac'ın yaptığı bir resmi beğendi. Ben ise fotosunu çektiğim yaşlı kadına bayıldım. Biliyorsunuz bu aralar çok yorgun olan ruhum, yaşlılık ve huzur üzerine yoğunlaşmışken.
karşıma "yaşlı kadın" çıkıverdi. Biraz yüksekteydi, yoksa ben de karşısına geçip oturmak isterdim. Leyla, yine çok şeker kadını, "The Giving Tree"deki en son sayfadaki yaşlı adama benzetti.

Nurgün'cüm Leyla hepimize o kadar iyi geliyor ki. Çok iyi bir kalbi var. İleride üzülme ihtimali yüksek ama bir yanı da "aldırış" etmiyor. Çevresine çok duyarlı, kardeşiyle çok ilgili. Biraz yalnız kalamama endişesi var...bugün onun biran önce gelmesinin ne kadar iyi olduğunu bir kez daha anladım. Hepimiz için. Leyla için de. Arzu ettiğimiz gibi, tedavi başlamadan önce göreceli olarak dahat rahat günler geçirdik. Çok istemiştim. Ben Leyla'ya yoğunlaşabildim. Bugün Nehir de Leyla da zor ayrıldılar. Baba da kolay ayrıldı diyemeyeceğim.

Önce kızlarımın ikisine de M A Ş A L L A H.

Birbirlerinden hiç ayrılmasınlar ve birbirlerine hep destek olsunlar.

Nehircim bakalım yarını nasıl geçirecek. İyi atlatacak. Aklımda bu işi geçirmiş bir kadının yazdığı, "My son did it like flying colours" lafı var.

Yine hooked up oldu. Sabah 9 gibi başlayacaklar, 10 saat sürecek vermeleri antibody i.

Hadi bakalım antikorlar, GD2 maddesi, kaldıysa hala, gidin ve yokedin! Kızlarımla gezecek çok sanat müzemiz var.

Şimdi biraz kitap okuyayım. Ritme bakın ki, tam da bu akşam, kitabın "Pray" bölümüne başlıyorum, Hindistan bölümü yani. Nehir ise bugün, "Uç uç böceği, annem sana terlik alacak"ı söylüyordu.

Dualarımız kızımla.

Fotonot: Birincisinde babayı bulana ödül! Sonuncuda ise aslında Cesar değil, ama aynı devirden bir heykel görünce, Leyla ile biraraya gelsinler dedik.

Saturday, June 20, 2009

Gün 1

Bugün sabah, hem iğne, hem baktrim, hem flush...hemşirelikle başladık.

Kahvaltıdan sonra, Dallas'a çok yakın oturan, blog üzerinden tanıştığımız, Gonca (Hanım)!lara gittik. Mektup arkadaşıyla tanışmak gibi bir durum oldu. Kızları Nazlı, beş yaşında, ve eşi Metehan'la birlikte güzel bir gün geçirdik.

Leyla ve Nehir ev gibi bir evde yine güzel oynadılar. Ben ilk kez bir çocuk odasını nasıl özlemiş olduğumu anladım, Nazlı'nın odasında yere oturduğumda. Oturdum diyorum ama esasen çocuklar kendi aralarında oynadılar. Ta ki, Nehir'in pili önce zayıflayıp sinyal verene, ve sonunda bitene kadar.

Harika bir öğlen yemeği, ev yapımı (Metehan'ın elinden çıkma) güzel bir TRürk kahvesinden sonra, saat dörde geliyordu, kalktık, Gonca'lar bizi yakınlarındaki Whole Foods Market'a götürdüler. Alışverimiz yaptıktan sonra Gonca'lardan ayrıldık, ve paralı George Bush Otoyolundan geldik. Bunu niye yazdım çünkü bir noktada yol bozuldu, anladıkki, paralı yol bitmiş. Yani paran kadar asfaltın var bu dünyada.

RMH'ye geldiğimizde bir de baktık, yine bir yemek yapılmış. Üstelik yapanlar geçen yıl 90 kişiye yaptıkları için bu yıl o kadar kişiye göre yapmışlar, bence çoktu. "Ayıp olmasın" diye yemişiz.

Artık hafiften dolu miğde üzerine yatıyoruz. Yani Bilge'cim doğrudan sabaha "yağ" yapacağız. Nehir ve Leyla için dert olmuyor bunlar, hatta malum Nehir için mennun oluyoruz da biz, ben..."yapacak bir şey yok".

Yarın babalar günü. Biz akşama hastaneye gideceğiz. Oda hazır olunca arayacaklarmış.

Tüm babaların, dedelerin, bizim babamızın, dedelerimizin babalar günü kutlu olsun!

Friday, June 19, 2009

Gün 0: GMCSF

Bugün tedavi resmen başlamış oldu, ilk iğne ile.

181 gün sonunda hastane faslı bitecek.

220 gün sonra accutane de bitecek.

Hayırlısı.

Bugün sürpriz oldu, Dr. Granger ile tanıştık. Çok tatlı bir kadın. Sokakta görsem doktor demeyeceğim kadar yumuşak Teksaslı bir ev kadını kıvamında. Şişman mı acaba derken, iki erkekten sonra üçüncü çocuğuna, bir kıza hamile olduğunu öğrendik. O sırada soramadım, tedavinin sonuna kadar bizimle mi bu durumda diye...

Nehir bugün üç kez kaka yapınca, acaba bir enfeksiyon mu diye canım çok sıkıldı, başlarayak...ne de olsa RMH gibi, "public" bir yerde, oyuncaklar, çocuklar karışık ilk kez kalıyoruz.

Bu gelişimizde baktrimi atlamıştık, akşam başladık.

Neyse ateşi yok, bu iyi. Görünürde de bir derdi yok. Bu da iyi.

Bugün bekleme odasında, Leyla ile Nehir keyifli oynarlarken, ne kadar yorulduğumu anladım, "o" ortamdan, play roomlardan...hayırlısı ile Nehircim bugünleri atlatsın, evimize gidelim.

Annenin pili azaldı. Birkaç gündür St John's Wort'ü atladığımı farkettim. Aksatmasam iyi olacak. Nurgün kızar valla.

Neydi: Neşeli ol ki genç kalasın!

İyi bir şey: "Eat, Pray, Love" ı okuyorum. Tam yazlık. Ve benim uzaklaşma hislerime çok iyi tercüman oluyor. Kitabın içinde kadınla yolculuğa dalıveriyorum. Çok sevdim. Şu andaki haleti ruhiyeme çok denk düştü. İtalya faslı bitiyor, Hindistan'a yolculuk. Sonra da Bali. Aman da gönlüm başka ne ister.

Feride'cim bugünlerde aklıma, sana kaçışlarım geliyor, sonra İda'yı düşününce, tatlı İda'yı, neydik ne olduk, hani benim "özgür yürek" sığınağım diyorum. "Bir devir yaşandı bitti". Sıra bizim çocukların "özgür yüreklerinde".

Thursday, June 18, 2009

Bone Marrow Aspiration: Temiz

Gitgide kısalıyor...Mahmut'un bilgisayarındayım, sanki yazı karakteri de farklı.

Bugünün aslında beklediğimiz, ama yine de hep bir sıkıntı veren, ilik testinden temiz çıktı Nehir. Bu kez, arkadan iki noktadan yapmışlardı. Yani bu, öncekilerden farklı olduğu için bana daha da iyi geldi. Kalp ekosu da iyiymiş. Ama Dr. Granger'ı yine göremedik, yanlış anlamışız, hastanede imiş bugün. Dr. Granger, the mystery woman.

M A Ş A L L A H. Bu testler için.

Yazmış mıydım, Nehir "inşallah, maşallah" diyerek dolaşıyor arada. Bu beni gülümsetiyor. Ne kadar çok duyduysa.

Bugün birkaç şey için Target'e gittik. Ya da gitmeye çalıştık. GPS bizi götürdü götürdü, önce downtown'da bir şirkete, sonra da gittik gittik, pek de hoş olmayan bir mahallede, burada nerede ki acaba derken, "Target on your right" dediğinde, tabi ki bir şey yok idi. En sonunda RMH'ye çok yakın olan Walgreens ile yetindik. Önemli tespitim: Fort Worth değil, Arlington denilen yer makul bir yer. Neyseki bizi ilgilendiren bölüm, yani RMH ile klinik karşı karşıya.

Akşam yine birileri yemek yapmıştı. Gönüllüler çok iyi çalışıyorlar. Haftada dört akşam falan yemek oluyor. Bu akşam da İtalyan vardı, sonrasında da çocuklar "craft" yaptılar.

Yarın ilk iğneyi olacak, sonraki iki taneyi biz yapacağız.

Wednesday, June 17, 2009

Gez Gez Nereye Kadar

Sıcakta akşam, bahçede yazıyorum. Uzun yazamayacağım.

Bugün dün gitseydik dediğimiz Londra'nın "Wax Museum ve Ripley's Believe It Or Not" ına gittik. Yine yarım saatlik bir yoldan sonra vardık, ben Londra'dakileri görmediğim için karşılaştıramayacağım. Leyla (!) ise Londra'dakinin daha inandırıcı (mumya bölümü), İster İnan İster İnanma'nın ise daha eğlendirici olduğunu söyledi.

Pek Nehir'e göre değildi, ama neyseki ara çıkışlarla, özellikle sakıncalı bölümleri pas geçebiliyordunuz. Tabi pas geçtik...en son İsa'nın Çarmıha Gerilme (doğumundan ölümüne mumya ile anlatmışlar, bu tahminim Texas versiyonu), bölümünde çıkış olmadığı için, ben "Abiler jimnastik yapıyorlar" diyerek hızla geçtim. Leyla ise ağzı kanlı Jaws'ı, "Nehir bak, kırmızı jelibon çok yemiş, kızarmış" diyerek açıkladı. Önemli bir travma olmadığını düşünüyorum.

Çıkışta pazardan beri makarna ve çeşitleri yemekte olan çocuklara "yararlı" besin almak, ve Vietnamlı babadan aldığımız ilhamla, bir iki kez hiç değilse yemek yapalım diye, "Whole Foods"a uğradık, yol üzerinde.

İşte bir günümüzü daha bitirdik.

Yani sıcaklar bende bu etkiyi yaptı. Güneş zararlı olmasa belki kendimi sıcağa adapte etmeyi düşünebilirim ama Nehir 10 gün sonra accutane'e başladığında, 10.00 ile 17.00 arası güneşe çıkmayacakmış.

Neyse bu yolculuğun iyi bir yanı, hepimiz Houston'ı ve evimizi özledik. Yarın Dr. Granger ile randevumuz var, yani Cook'staki esas doktorumuz ile.

Tuesday, June 16, 2009

Leyla 8 Yaşında








Bilmiyorum kaç derece, alev alev bir hava.

Sabah kahvaltıdan sonra çocuklar biraz bahçede oynadılar. Sabah daha katlanılabilirdi hava. Nereye gideceğimize karar vermek zor oldu, sonunda Science Museum'a gidelim dedik, gittik, meğer inşaat var imiş. Benim aklımda modern sanat müzesi vardı ama Leyla'nın doğumgünü biraz daha "çocuk" birşeyler yapalım dedik, ve hayvanat bahçesine gittik. Çok ama çok sıcakta dolaştıktan sonra, en son trene bindiğimzde çocuklar mutlu, ayrıldık, ve yarım saatlik araba yolculuğundan sonra Cheesecake Factory'e ulaştık.

Aman o air condition...bir güzel bir güzel.

Hepimizin keyfi yerine geldi, yemekler yendi, üzerine dondurma üzerinde mum üflenip, "happy birthday" söylendi. Bir dilim cheesecake!i Nehir, ben, baba paylaştık. Leyla dondurma yedi.

Çıkışta, yan kapıdaki barnes and Nobles'a girdik. Leyla çok severek birkaç kitap seçti, baba, babalar günü hediyesi aldı, nehir küöük bir hipo. Ve Leyla yine çok severek "top secret" bir günlük aldı. Sorular var, o da yanıtlıyor. RMH'a döner dönmez yazmaya başladı.

Güzel bir günün sonuna yaklaşıyoruz.

Bakalım, saat 19.00'da terapi köpekleri gelecek imiş, ve akşam yemeği, hamburger, yapılmış bu akşam.

Nehir çok sevdiği çakıllarla oynuyor, baba Leyla'ya basket teknikleri öğretiyor! Aydo'cum ben de videoyaya çekeceğim ve akşam üzerinden geçeceğiz, ha ha ha.

Başlık, "Fırıniçi Yaşam" olabilirdi, neyseki Leyla'nın doğumgünü, ses çıkarmıyoruz. Yani mümkün olduğunca. Hayat güzel ve sıcak.

Monday, June 15, 2009

Fort Worth: Ronald McDonald House'dan Bildiriyoruz.

Dün hazırlanıp çıkmamız saat iki buçuğu buldu, öğleden sonra, ve dört saatlik bir yolculuktan sonra, saat akşam 19.30 gibi vardık RMH'a.

Arada bir saat Houston içinde dolandık, bir GPS vakası...ama onu sonra anlatırım.

Neyse yolda yeşillikler, bol bol inekler ve atlardan sonra Dallas'a yaklaşırken, yeşillikler azalmaya, ağaçlar kısalmaya başladı. Leyla'ya kovboy ülkesinde olduğumuzu anlattık. O da şaşkın, "Hala kovboy var mı?" diye sordu. Eh, var dedik.

RMH'a ilk gelişimiz ve çok beğendik. Ben devasa mutfağa bayıldım, açık renk tahta ve çelik mutfak aletleriyle çok "trendy". Hala estetik duygumdan vazgeçmemişim. Şaşırdım. Şaşırmamalı ama. Odalar biraz küçük (sonradan öğrendimki, suitler de varmış, ama uzun süre kalanlara veriyorlarmış) ama toplu kullanım yerleri ve genel mimarisi çok sevimli. Oda temizliği kalanlara ait, koridorda duran ortak kullanımdaki aletlerle yapılıyor, çıkarken de temiz teslim ediyormuşuz. Mutfaktaki buzdolaplarında her odanın kendi kutusu var, yiyecek saklamak için ve bir de erzak dolabında yerimiz var. Odada yiyecek ve içecek bulundurmak veya yemek yasak. Ben ise gelirayak Whole Foods'tan aldığım kuru yiyecekleri henüz yerleştirmedim, bakalım sığacak mıyım.

Binanın ortadasında avlusu var, güzel bir oyun yeri, barbekü (!) koymuşlar, restorana bitişik. Ve televizyon odaları, family room, piyano. Aile odası, oturma odası gibi düzenlenmiş, ve basbayağı, geniş koltuk kanape, puf, yemek masası. Yani tamamında bir ev havası yaratmaya çalışmışlar, otelden ziyade, oldukça "cozy".

Ah bir de duvarlardaki fotoğraflar olmasa. Beni biraz geriyor, burada kalan, çoğu kanser hastası çocuğun büyük boy, çerçeveli fotoğrafları asılı. İçlerinden birini neuroblastoma sayfalarından tanıdım.

İşte bu kısaca RMH. Gecesi 15 dolara ailelere müthiş bir yer yapmışlar. Yardımlarla yapılmış, ve yardımlarla işletiliyor.

Gece ben Leyla ile, Mahmut Nehir ile yatacakken, Nehir'in "ısrar"ıyla, üçümüz büzüştük, yatakların birinde. Geceyarısı ben diğer yatağa geçtim neyseki. Sabah altıbuçukta kalktık, Nehir aç karnına olmalıydı, kahvaltı etmeden, lafını da etmeden, RMH ile hastane arası çalıştığı söylenen, shuttle arabaı çağırdık. Geldi, Nehir car seat, Leyla booster'a yerleşti. Kliniğe gidiyoruz dedik, gelen security, "peki" dedi, ve sanıyorum on metre sonunda, "geldik" dedi. Evet, klinik meğer tam karşı köşe imiş! Neyse biz gülerek indik.

Klinik, Texas Childrens ile aynı mantıkta çalışıyor ama çok daha küçüğü. Biiz bayağı büyük bir yerdeymişiz, anladık. Klinikteki tipik, kan alımından sonra, kovboy çizmeli (!) bir doktor tarafından muayene edildi, Nehir ve biz de tedavi hakkında bilgi aldık. O kadar ürkütücü anlatmadı doğrusu. Ben ilk önce, "ağrı"yı sordum. Öncesinde morfin veriyorlarmış, bazı çocuklara yetmiyormuş, sonra dozu arttırıyorlarmış. IL-2'daki yan etkiler de az sayıda çocukta görülüyormuş. bakalım bir form verdiler, okuyacağım.

Klinikten sonra hstaneye geçtik, yine uzun bir beklemeden sonra bone marroe aspiration ve kalp ekosu yaptılar. Yine Texas Childrens a göre oldukça küçük bir ölçek. Biz oldukça donanımlı bir hastanedeymişiz.
Yarın ve sonraki gün boşuz. Perşembe bir klinik randevumuz daha var, cuma, ilk GMCSF'i klinikte yapacaklar. Pazar gecesi ise hastaneye yatacakmışız, ki pazartesi sabahı antikor vermeye başlayacaklar-imiş.

Şu anda akşam. Ben bahçede yazarken, çocuklar bahçede, babayla ve diğer çocuklarla oynuyorlar. Herkesin hikayesi başka, hepsi başka türlü zor hikayeler. İçeride bir adam vardı, Asyalı, çocuğuna yemek pişiriyordu, şimdi başka birinden öğrendimki, Vietnam'lı ve her gün, üç öğün yemek pişiriyormuş, "Mr. Cook" dedi, anlatan. Başka bir çocuğun annesi, ise, Irak'lı imiş. Kuzen evliliği sonucu genetik bir kan hastalığı olmuş, kızlarında....

Böyle bir ortamda bulunmamıştık. Bir ortaklık hissi var, herkes birbirine yardım ediyor, "community" hali, ortak bir nedenle biraraya gelmiş insanlar topluluğu. Başka bir durumda belki de hiç birarada olmayacak bir insanlar topluluğu.

Ve yarın Leyla'nın doğumgünü! Yakınlarda Cheesecake Factory varmış, gitmeyi istiyorum. "Normal"e.

Saturday, June 13, 2009

Fort Worth Öncesi




Bu sabah yine rahat başladık güne, Leyla sayesinde. Nehir yine gece uyandı, beni çağırdı ama ağlamadı, ve bir süre sonra uyudu. Leyla o saatte, geldi, "Anne Nehir seni çağırıyor" diye, "Hadi sen yat, o uyur birazdan" dedim. Leyla sabah bu konuşmamızı hatırlamıyordu.

Ve sabah, Leyla'ya göre bu kez beş kitaptan sonra uyanmışız biz.

Leyla sayesinde dinleniyoruz. Teşekkür ederim sevgili kızım.

Kahvaltıdan sonra, Leyla ile sonunda havuza girdik, Nehir babasıyla parka gitti. Ben de Leyla sayesinde ilk kez havuza girmiş oldum. Sanıyorum pek yakında "hamam" suyu gibi olacak. Ama Leyla çok eğlendi, sonra da Wii oynamak üzere eve geldik, duş faslı bitti, ben yemek hazırladım. Nehir ve Mahmut döndüler.

Öğle yemeğinden sonra, bu kez Nehir, Leyla ve Mahmut tüm videoları izediler, sonunsa doğru Nehir'in oldukça uykusu gelmişti, tabi direndi ama sonunda birlikte uyumuşuz.

Ben ama daha yeni uyumuştuk derken, yaklaşık iki saat uyumuş olduk.

Akşamüzeri, Mete arayınca, hesapta ve planda yokken, Nehir'in çimde oynadığı yere gittik, yemek, oyun, dönüşte arabada kızların ikisi de uyudu. Kızlarımın ikisi.

Leyla o kadar tatlı ablalık yapıyor ki, bazen hala bizden yardım istiyor kendi yapabilecekken, ama bugün düşündüm, doğru düzgün birarada olamadılar, bu yaz ilk, gitgide daha çok "otorite" sahibi olacaktır. Bugün Mete Nehir'e "Bu renk ne" diye sormuş, Nehir de "pembe" demiş, sarıya! Leyla ise "Aslında biliyor ama şaka yaptı" demiş. Canımın içi. Bakıyorum, her şeyini de veriyor, hatta biz vermesin istiyoruz.

Şaka bir yana bu dörtlü hal, ve ilk kez dördümüz yalnız kaldık, kısa tatiller dışında, bizi "normal"e çok yaklaştırdı. Leyla'nı oluşu hepimizi daha normalleştirdi. Nehir de çok daha az ilgi istiyor. Leyla oynarken, bakıyorum, o da kendi kendine oynuyor.

Ne diyoruz M A Ş A L L A H.

Yarın öğleden sonra Fort Worth'e yola çıkacağız. Dört saatlik bir yolculuk. Nerede kalacağımız belli değil, sabah Ronald McDonald House'ı arayacağız, yer varsa oraya, yoksa bir otele gideceğiz. İnternet işini de bilmiyorum. Sabah bu kez çiftler değişip, Leyla-baba ile havuza, ben Nehir'le parka gideceğiz. Öğleden sonra'yı arabada geçirecekleri için sabah açık havada hareket etsinler istiyoruz. Sonra da Nehir'in banyosu, dressing change'i var. Öğle yemeğinden sonra çıkmayı umuyoruz. Bakalım saat kaçı bulacağız. Post edemezsem merak etmeyiniz. Pazartesi sabahı saat 7.15'te bone marrow (ilik) aspiration var. Daha doğrusu, 7.15'te testler yapıp, 10.00 gibi yapacaklarmış. Bakalım Cook's nasıl bir yer.

Foto:Makinamı deniyorum, bir türlü güzel bir poz yakalayamadım. Ama seçimim iyi bence, daha büyüğü ayağıma çok dolanacakmış. Fotolar akşamdan. Nehir ve Leyla, çiçekleri koparmayalım ama durumu. Leyla'm, çünkü Nehir almış başını gidiyor. Nehir, Erin ve bugün tanıştığı Seren'le oynarken (paralel), ikisi de ondan küçük. Leyla ile Mahmut ne konuşuyor bilmiyorum. Herkes kendi halinde. Ben oturmuş kahve içiyorum, annelerle sohbet ediyorum.

Friday, June 12, 2009

Dörtlü İlk Sabahımız

Gece yarısı, saat iki gibi Nehir'in sesini duydum, kalksam mı dedim, kalkmadım. Sonra ikimiz de uyumuşuz herhalde.

Sabah ise ilk kez Nehir'in ağlaması yoktu. Leyla, "Dur, bir kitap daha ister misin" diyordu. Nehir uyanmış, "Annemi istiyorum" demiş, "Anneme bir şey soracağım" demiş, Leyla "Ne soracaksın?" deyince, "Senin tişörtünü soracağım" demiş. Leyla kitap okumaya başlayınca keyfi yerine gelmiş.

Bizim için oldukça değişik bir sabah oldu. Ve güzel! Ve sessiz!

Güzel bir kahvaltıdan sonra, kendimize yol için soğutucu almaya gittik, yolda klinikteki hemşirelere bir kutu lokum bıraktık. Dönüşte "istanbul" a gittik, eh iki hafta kadar gitmeyeceğiz.

Sıcaktan pilimiz tükenmiş, döndük.

Nehir sabah arabadaki 20 dakikalık uykuyu öğlen uykusuna saydı ve uyumadı, ama babayla yatakta kitap okurlarken, biz Leyla ile Wii oynadık. Her bir şeyde yenildim. Ve yoruldum. Hareketsizlik beni almış gitmiş, bir kanapeye yatırmış.

Sıcaklar bastırdı, ve bizi başta evimiz olmak üzere kapalı mekanlara, ve soğuk havaya mahkum etti. Çıkılacak gibi değil, bunun üzerine bir de nem eklenecekmiş, iyi haber.

Doğrusu, yorgunum, sıcakta bütün gün tenis oyna, bowling oyna kollarım yoruldu, bir de yenilince, azmettim yeneceğim! Ay bir de Leyla'nın diş damağı büyük ihtimalle "İstanbul"da bir peçete içindeyken, yanlışlıkla çöpe gitti. Ne hoş!

Gülnur geçen gün bazen satırlarında uyku akıyor demişti, evet, şimdi de öyle, üstelik hala instruction okumalıyım, yani size iyi sabahlar, bize iyi geceler.

Thursday, June 11, 2009

Hande İle 24 Saat

Şimdi herkesin gözleri, tıpkı Sandra'nın bugün SKYPEde olduğu gibi, yerlerinden fırlayacak. Çünkü Hande'yi dün havaalanından saat 15.00 gibi aldık, Leyla ile beraber, bugün saat 15.00'te geri bıraktık. Hande şimdi yine havada.

Ben getireceğim demişti Leyla'yı, getirdi.

Ben bir türlü elim gidip yazmamıştım, 24 saatlik kalışını, o da sağolsun bana biletini kestirdikten sonra söyledi, yer açılırsa falan bakarız diye oyaladıktan sonra. Sonrası, kırk yaşına gelmiş iki kadın, hiç kıyamet kopmadı. Doğrusu 24 saatin kısa oluşu değil de fiziksel olarak Hande'ye bir zarar gelmesiydi beni ürküten. Özlem bol giysin, bol su içsin, ve aspirin alsın diye uyarıda bulundu ve Hande talimata uymuştu.

Sevgili arkadaşım Hande, gerçekten çok az kimsede olan bu kararlılığın, içtenliğin, ve dostluğun için çok ama çok teşekkür ederim. Bu az oldu. Handecim, gerçekten ne yazsam, nasıl yazsam olmuyor. Bugün Yeşim'e yazdım, ablana, yine de az geldi. Tüm kalbimle teşekkür ederim sana.

Leyla ve Nehir'in kalplerini de fethettin. Leyla yolculuklarda ne kadar eğlendiğini, pastasını çok sevdiğini anlatıp durdu. Nehir zaten SKYPEde bile kıkırdar oldu. Tabi o Leyla dönmüyor, sadece sen gidiyorsun diye en rahatımızdı bugün.

En güzeli ise, Hande'nin 16 saatlik değil, sanki iki üç saatlik bir yolculuktan inmiş gibi neşeyle inip, elinde tek bir el çantası, dönüşte de aynı rahatlıkta dönmüş olmasıydı. Bana ne kadar iyi geldiğini anlatamam. Bazen birkaç saatlik sohbet yeter ya, aralardaki minik sohbetlerimiz için bile değdi.

Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederiz.

Ah bir de bugün sabah IHOP'a gittik, Ilgın da katıldı bize. Bizim ikinci gidişimiz oldu. Kalorileri aldıktan sonra, baba Fort Worth hazırlığı arabayı bakıma götürdü, biz ise söylemeyeyim ama büyük keyifle bir ucuzcu ayakkabı mağazasına girdik, kızlar! Bu en komiğiydi çünkü 10 yıl önce geldiğimde abimin götürdüğü bu mağazayı görmüş, sevdiğimiz Whole Earth Provision'ın tam yanında, benim gitmiş olduğum biraz daha uzakta olduğu için bunun da aynı ucuzlukta olduğunu düşünmediğimden hiç içeri girmemiş, zaten gezmiyoruz mağazaları, bugün Ilgın'a sözedince ve orasının ucuzcu olduğunu öğrenince, zamanımız var, hava 103 derece, hadi bir bakalım dedik. Sonuç, üç kadın birbirini bu kadar mı "motive eder" almaya. Ilgın bile direndi, direndi, direndi, sonunda dayanamadı. Dostlar alışverişte görsün, neşeli, taa ki Nehir'in pili bitene kadar ayakkabıya doyduk. Bilmiyorum bu ayakkabı-kadın ilişkisi nasıldır, nerden çıkmış. Öyle kuvvetli ki, Leyla "hani bana hani bana" durumuna geçti, Nehir ise bir uçtan diğer uca koşup, ayakkabıları eline alıp getiriyordu.

Tek erkek Mahmut'a hiiç görünmeden tüm ayakkabılar dolaplardaki yerlerini aldılar, Hande'ninkiler ise bizim için taşıdığı bavulda.

Sonrasında Nehir'le babayı evde bırakıp, pek kolay olduğunu söyleyemeyeceğim, yüksekçe seste, biz, Leyla ile Hande'yi havaalanına bıraktık. Yolda Leyla da uyumuşken, lafladık. Yolcu ettikten sonra ise dönüşte, Leyla ile sohbet ettik. Leyla'nın soruları da hep, onun kalışı, bizim kalışımız üzerine. "Üç yıl olsaydı"..."Sadece 7 ay mı, bana çok uzun geldi"..."Ne zaman döneceksiniz?". Ona aslında tedavinin bittiğini, normalde bu tarihte dönebileceğimizi, ama doktorların bu yeni hastanedeki tedaviyi de almamızın iyi olacağını söylediklerini anlattığımda önce, "Neee, dönmüş mü olacaktınız" dedi, sonra düşündü ve "Ama Nehir için iyiyse" diye ekledi. Biz de güzel bir ana-kız sohbeti yaptık tüm yol boyunca.

Eve geldiğimizde baba kız uyuyorlardı, ve benim doğumgünü hediyem fotoğraf makinesi gelmişti. Fort Worth'e taşıyamayacağımıza karar verip, Leyla'nın da doğumgünü hediyesini, zaten sorup duruyordu, baba ve Nehir uyanınca verdik. Yazın evde zaman geçirmemize yardımı olsun ve bu yıl ona biraz daha özel bir hediye olsun diye sonunda Wii aldık. Çok sevindi, teniste berabere kaldık, bowling'te yendi, beyzbol ise hiç anlamadım. Omzum ağrıdı bayağı. Gerçekten de aile boyu bir eğlence, çok zevkli. Nehir de elinde ekstra kumanda, havada savuruyordu. İzledi, güzelce.

Neyse bol instruction kitaplı akşamdan sonra günün en heyecanlı bölümü, abla kardeş aynı odada uyuma faslına geldk. Leyla zaten kafayı yastığa koyar koymaz uyudu. Nehir ise başta hevesli görünse de, en sonunda kanapede sızdı, yatağına öyle götürebildik...bakalım gece nasıl devam edecek...

Hande'cim umarım hoşgitmişsindir.

İyi geceler.

Wednesday, June 10, 2009

Kartal Yuvaya İndi








Çok mutluyum ve başım ağrıyor. Tüm videoları izledim, doğumgünü, resital(cik), yıl sonu piyesi, Leyla'nın yıl boyunca yaptığı resimlerine baktım...

Şu kadarını söyleyeyim, Leyla'nın en iyi organize edilmiş doğumgünü partisi olmuş (Bilge-Hande ikilisinin elinden). Aynı zamanda en sıcak ortamlı ve eşit gürültülü. Arada izlerken, "o-oh" diyesim geldi, Tele Tubbies misali. Gözdemciğimin kahkahalarını özlemişim, hepinizin sesini görüntüsünü birarada görmek çok ama çok güzeldi. Başta bir de evin içine girmişsiniz, arkada hep konuşmalar, bu kez gerçeğe daha bir yakındım. Hande ve Leyla şu anda bizimle uyuyor olmasalardı, gözyaşlarımı okurdunuz ama bu durumda gülümseyerek izledim. Zaten pastadan da, dolmalardan da yedik!! Cookieleri yarına sakladık, midelere acıdık. Bilge tek tek, her biri farklı, ne kadar güzel olmuşlar, biraz da yemeğe kıyamadım henüz.

Piyes şahaneydi. Ben en çok çocukların hep birlikte ortak bir iş çıkarmalarını, ve sahne üzerinde birbirleriyle olan etkileşimi izlemeyi çok seviyorum. Leyla'cım da şahane yatmış Kleopetra olarak. Biraz sıkılgan gibiydi, biraz heyecanlı, ama sesini duyabildiğime çok sevindim. Geçen yıla göre daha rahattı. Yalnız videonun sonunda bir büyük, okul marşını çocuklarla söylüyordu, bu kişinin Ayda olmadığını umdum, yani değişim bu noktaya gelmiş olamaz diye düşündüm. Aydacım, sevgili arkadaşım, sen artık büyük büyüğe bir tatile, git bence, şöööyle deniz ortasındaki bir sessizliğe. Ellerine sağlık.

Resitalde Leyla'nın bu yıl ne kadar gelişmiş olduğunu görmek çok hoşuma gitti. Tek başına çalarkenki ciddiyeti, ikili çalarken hata yaptığında arkadaşına bakışı, sonunda iki arkadaşın öğretmenlerine bakıp, hızlıca içeri kaçışları...

Buyrun doğumgününden birkaç fotoğraf ve kızların birarada olma hali!!!!

FotoNot: Birincisi malum, ikincisi Biz SKYPEde baglanmisiz, Hande gururla bize pastayı gösteriyor, çocuklar birarada (müthiş disiplinli Animatör Abi toplamış), Bilgisayardaki İnsancıklarla Sohbet Anı, Çocuklar büyük-küçük-birarada oynuyor, ve pastaaa, tadı da görüntüsü kadar güzeldi ki bu işi bilmemkaç mil ara ile başarmış olmak pek güzeldi.

Tuesday, June 9, 2009

Bilgisayardaki İnsancıklar: Biz

Leyla'm yolda, Hande bana en kıymetli paketimi getiriyor İstanbul'dan. Cız diye.
Kavuşmak hayal olmadı, gerçek oluyor.

Bu sabah biz uyandık, aman canlı yayını kaçırmayalım diye, hızlıca kahvaltımızı ettik. Aydo, "Aloo" deyince, yerleştik bilgisayar karşısına. Karşımızda bizim evin bahçesi, insanlar geçit halinde, Leyla, arkadaşları, çocuklar, büyükler, büyüklerin büyükleri, sürpriz büyükler...

Nehir'in doğumgününden sonra bu ikinci buluşmamız. Ben her ne kadar duygulanmayacağım dediysem de, tutamadım kendimi. Karmaşık duygular içine girdim. Orada olmak arzusu, ama daha çok bizi sevenlerin bizim için, Leyla eğlensin, bari o "normal" olsun diye gösterdileri çaba beni duygulandırıyor. Hani ne olacak ki, demeden, hiç demeden, Leyla'yı da kırmayıp, ya da ısrarına dayanamayıp, Leyla'nın evinde herkesin biraraya gelmesi. Gerçekten de işini gücünü bırakıp herkes gelmiş ya. Ben ağlamayayım da ne yapayım.

Dostlar kara günde belli olurmuş ya, ne kadar doğru ve biz ne kadar şanslıymışız ki size, dostlarımıza sahibiz. Baştan beri herkes bir ucumuzdan tuttu. Kim ne yapabiliyorsa, burada, orada, bazen başka bir ülkede yaptı. Olağanüstü bir durumda olağanüstü bir "durum" yaratıldı. Biz bu sayede sadece Nehir'e odaklanabildik, hiçbir zaman karanlığa düşmedik. Diyorum ya, kelimeler yetmiyor bazen, gözyaşlarım ondan.

İşte böyle duygular silsilesi içinde bir yandan kendimi tuhaf hissettim. Aydo, bizi, yani bilgisayarı, evin bahçe kapısının hemen önüne, biraz yere yakın yerleştirmiş. Merhaba demek isteyenler, bizim yakınımıza gelip, yere eğiliyorlardı. Bazen bizi bırakıyorlardı biz izliyorduk, sessizce. Arada sesleniyorduk, açık hava sesimizi duyuramıyorduk.

Bu "sahne" beni aldı, taa Leyla'ya hamileyken gördüğüm bir video art a götürdü. İçinde bulunduğumuz durumun sıradışılığı komik geldi. Londra'nın Tate Modern'inde görmüş olduğum, yerde bir televizyon kutusu içerisinde yaşayan bir kadın gibi bir video arttı. Ziyaretçilerin geçtikleri bir koridora yerleştirilmiş, arada seslenen, konuşan, anlatan, cama yapışan bir görüntüydü. Çok beğenmiştim. Uzun süre izlemiştim.

İşte bugün biz de bir bilgisayarın 15inch ekranında hapsolmuştuk. Karşı taraf yemek yiyor, çay, kahve içiiyor, çocuklar oynuyor, önümüzden gelip geçiyorlardı, biz ise o kareye sıkışmış insancıklardık. Nehir içeri girmek istiyor, bahçeye gitmek ve top oynamak isterken, en doğalımızdı. Hatta kendine gidip bir de elbise getirdi ve karşı tarafa uygun, süslendi.

Öğlen, canı yayından sonra, Ilgın'la buluşup, yemek yedik. Garson kız, sürpriz, Nehir'in önüne dondurma koyunca yüzündeki şaşkınlığı görmeliydiniz, ve bizim tabi. Biz daha çok "oldu bir kere yapacak bir şey yok" havasındaydık, Nehir ise silip süpürdü. Sonra da "karnım ağrıdı".

Öğleden sonra, ya da uykudan sonra diyelim, hummalı bir reorganization yaptık evde, Leyla'ya yer açtık. Nehir'in yatağını Leyla'nınkine bitiştirdik, birlikte uyuyacaklar umudu ile. Bakalım, kızlar ne yapacak, kızlar yazmayı çok sevdim, kızlar, kızlar, kızlar, kızlarım.

Canlarım.

Bugünün yapımında emeği geçen herkese çok çok teşekkür ediyoruz, yarın ise heyecanla ellerinize sağlık demeyi bekliyoruz!

Monday, June 8, 2009

Diressing Çeync


Sabah biz kızımla parka, baba ise Methodistle kozlarımızı paylaşmaya gitti. Giderken, malum br arabamız var, araba kimde kalsın, babada kalsın dedik, çünkü ben onun işinin çok sürmeyeceğini düşündüm. Parkta bugün çok sevimli bir dede ve babaanne ikilisi vardı. Uzaktan baktım. Bankta oturmuşlar, yüzlerinde rahat bir ifade, torunlar, ikiz, oynuyor, onlar izliyorlardı. Biraz sonra dede yanıma oturdu, biraz sohbet ettik. Oğulları Chicago'ya taşınıyormuş, ev bakmaya gidip, torunları onlara bırakmışlar. Onlar Austin'de oturuyorlarmış. Anlaşılan biraz zor gelecek torunlardan ayrı kalmak. Ama dede bi tatlıydı bi tatlıydı.Her şeyden önce demokrattı, Obama'yı çok beğeniyordu. Bana son konuşması için ne düşünüyorsunuz dedi, ah ah utandım, bir türlü okumamış olduğum için. Şimdi okuyacağım. gerçi bu fahri Türkiye, müslümanlık temsilciliği bu kez peşimizde olmasın diyordum ama yakalandık yine. Hem de hazırlıksız.

Neyse ben de yaşlılığımda bu karı koca gibi olmak istiyorum dedim içimden.

Bugünlerde huzurun ancak 70li yaşlardan sonra, tüm mücadelelerin bittiğini hayal ettiğim yaşta olabileceğini düşünüyorum. Tabi şanslı ve sağlığımız yerinde olursa. Neyse bu çok uzun dönem oldu, hala öğrenemedim an-ı yaşamayı, canım anı yaşamak istiyor.

İşte böyle düşüncelerle karışıkken, babanın işi bitmemişken Nehir "Eve gidelim" demeye başladı. Saat 11.30 olmuştu. Parktaki çocuklar evlerine dağıldılar. Biz kalakaldık. Eh, ben de taksi denemeye karar verdim. Özlem telefonla bana taksi numarası buldu. meğer çok basitmiş. Bir zorluğu adres istiyorlar, intersection yetmeyince, uzaktan ev numarası okumak da pek zor idi, neyse bir ev numarası bulundu, taksi yenlış yere gitti, derken buluştuk, o arada baba aradı, işi bitmiş ama iş işten geçmişti, hadi "İstanbul"da buluşalım dedik, biz taksiyle, Nehir keyifle, baba Methodist'ten haberlerle, İstanbul'un kapısına geldik

Ki kapalı. "Nassı yani??". Basbayağı, pazartesileri kapalı olurmuş, biz demekki hiç pazartesileri gitmezmişiz.

Biz de alternatif, organik malzemeler de kullanan bir "deli"de atıştırdıktan sonra eve geldik, Nehir arabada uyumuştu tabi.

Baba AC'yi tamire gitti, Fort Worth'te başımıza iş açmasın diye bir kez daha deneyeceğiz.

Ben bugün ilk kez lezzeti tam ortasından vuran bir tatlı yaptım. Puding dese de tarif, mousse gibi olması beklenen bir karışım, ben çok beğendim. Ama kıvamı biraz daha mousse yapmak lazım, deneyeceğim. 1 bardak badem (geceden ıslatılmış), yarım bardak su, mix edip, içerisine, 1 kaşık carob, 1 kaşık kakao, ve biraz (ben dört tane koydum) hurma, çok lezzetli oldu. Yeşim için yazdım! Ondan umutluyum! Asıl tarif iki bardağa bir bardaktı, ben deneyeceğim için yarıya indirdim.

Bunlardan sonra, Nehir banyo yapmak istedi. Biz de zaten kateter bölgesi nasıl diye görmek için dressing change yapmak istiyorduk. ve bugün kızımız en iyi dressing change ini geçirdi. Ben sadece bir kez tuttum. Konuşa konuşa yaptık. Ah, ne kadar farketti. Her seferinde az kaldı demek istiyorum ama daha da var. Bir gün bitecek. Zaten bittiği gibi denize götüreceğim kızımı, kafaya taktım. Ne olur girmese, ama ne bileyim girse de ne olmaz.

Keyfim yerinde, hele Gülnur'un commenti, gönderdiği fotolarla birleşince, Leyla'yı gergin, sıkılgan değil de gülümserken görünce, eğlendiğini anlayınca, bugün ateşi de çıkmamış öğrenince yazıverdim bitti.

Houston'ta bir tatlı bekleyiş hali hakim.

Yarın Leyla için hazırlıklar varmış, yazarken gözüm doldu ama sanmayınki orada olmadığımız için, canım arkadaşlarımın ve anneanne ve dedenin, Leyla iyi zaman geçirsin, eğlensin diye gösterdiği çabadan. Teşekkür ederim. Çok. Şanslıyız.

Eh, günün şarkısı Gülnur'un commenti üzerine, tabi bizim favori şarkımız Eric Clapton'dan, Leyla...akustik.

Yunus'un önerisi ile:

http://fizy.com/s/100rgo

Leyla got me on my knees, Leyla begging darling please
Leyla, darling won't you please ease my worried mind
Leyla!!

...

Let's make the best of situation

....

TeknikNot: Aydonatın gönderdiği linki ben de bir bilene, Soner'e sordum. Yanıt:

"Article'a gore bu, bu sayfaya ekledigin bazi linklerin garip bir sekilde ana sayfaya erisiyor olmalarindan kaynaklaniyor. IE 7 bunu bir guvenlik problemi kabul edip gostermiyor (ayni sayfada reklam gibi gozuken linklerden, banka hesap bilgisi calma, vs isler buna benzer bir teknik ile yapiliyor). Ancak, bu durumu IE8'de duzeltmisler. En kolayi insanlara IE8'e upgrade etmelerini onermek."

Eh, upgrade edecekmişsiniz.

FotoNot: Leyla! Gülnur'un Kleopetra alıntısı gümbürtüye gitmesin, bayıldım, Aşık olma nedeni: "I was in one of my salad days when I was green in judgement!' ...Çevireyim dedim ama göründüğü gibi basit değildir bu işler, edebileştikçe, edebiyatçı olmak gerekir ki, Can Yücel olmak ister insan.

Sunday, June 7, 2009

Pazar Gezmesi

Sabah her zamanki gibi başladı. Ama parka gitmedik. Her sabah güneşten önce yetiştik, yetişmedik, bu sabah "tatil" yaptık. Öğlene doğru Leyla'yı bulduk. Meğer dün gece ateşi çıkmış, kusmuş...Neyseki annemler hemen doktoru aramışlar, buraya da geleceği için doktor pazar günü de olsa, beta testi yaptırtmış, sadece Metropolitan'da nöbetçi çocuk doktoru var imiş...Test negatif olsa da, esas sonuç iki gün alırmış...doktor önlem olarak antibiyotik vermiş. Ben yorgun gördüm. Ve yarın okula gitmesin dedim, bakalım nasıl olacak yarın benim tatlı Kleopetram.

Nehir ile bugün yine geçen yılki gösterilerini izledik, kısacık, Nehir en az üç kez izleyip alkışlıyor.

Sonra baba bir mücver denemesinde bulundu, ben "yoğurt ne güzelmiş" deme şansını buldum. Aslında flaxseed yağda yaptığı için bence biraz acılık vardı. Nehir dün yaptığım havuçtan, sonra biraz mücver, derken en sonunda yarım tas dolmalık fıstık yedi. Bizimki bu çiğ yemek işini bayağı beceriyor.

Öğlen anne kız bir güzel, aman de pek güzel uyuduktan sonra Nursen Teyze'ye gittik. Biraz bahçede oturduk, çimde yattık. Yemekten sonra ise babayı maçla bırakıp , biz göl etrafında yürüyüşe çıktık. Üstelik Nehir parka gitmek yerine, köprüden geçmeyi tercih etti. Göl kenarında bir bankta oturduk, oturmaya çalıştık, Nehir "havuz"a girmek, "deniz"e girmek istiyor ve göl kenarında yürümek, bitkileri koparmak gibi "yaramazlık"lar yapmak istiyordu. En sonunda elinde üç tane top gibi adını-bulamadığım-çiçek bölümüyle arabasına oturdu, biz de Nursen'le sohbet ederek eve doğru yürümeye başladık. Birkaç dakika sonra, "ağzımda birşeyler var" dedi, atmış ağzına çiçek adını-bulamadığım-bölümleri, tadı da kötü herhalde, bana söyledi. Sanıyorum çiğ brokoli yemekten, artık bitkilerin "edible" olduğuna karar vermiş.

İşte böyle sakin bir günden sonra, eve geldik. Nehir arabada uyudu. Orlando Lakers'a yenildi.

Ve biz bir günü daha bitirdik.

Saturday, June 6, 2009

Playlist Eşliğinde Bir Gün

Bizim sabahlar "Groundhog Day" gibi olmaya başlamışken, bu kez Nehir bizi öpücük ile uyandırdı!! Nergis kızımın rüyasına girdi sanırım. Kimbilir yumuşak sesiyle neler fısıldadı. Tabi meslek sırrı.

Böyle sakin başlayınca kalkma gereği de hissedildi, halbuki benim gecem yine karışmıştı.

Nehir'i parka baba götürdü yine, ben ise evde kaldım. Yine playliste şarkılar ekledim, ekledikçe dinledim, dinledikçe neşelendim. Şarkılar arasında uyusam uyumasam, Hande ile sohbet derken, öğle yemeği artık evde olsun, anne bir zahmet yemek yapsın diye düşündüm. Hem de sağlıklı bir lezzet denemesi, ne zamandır yapmamıştım. Gülümsediğinizi görsem de görmezden geliyorum.

İşte bu kez şeytanı bacağı kırıldı, yani çatırdadı en azından. Bence çok güzel olan havuç-badem-dolmalık fıstık-soğan-bal karışımı köfteleri, Nehir sevdi. Ben de çok sevdim. Yine "paste" oldu, ama Yeşim'in "şekil" tavsiyesiyle, oldukça yaratıcı(!) bir fikirle minik toplar haline getirip, tabağa dizdim ve bu küçük değişiklik bile Nehir'i gülümsetip, "havuç top"ları yemeğe yöneltti. Yanına ise esmer pirinçten pilav yapmıştım (ne olur ne olmaz), dolmalık fıstık ve shitaeke mantarlı. O da güzel oldu. Baba pilavın üzerine yoğurdu boca etti, ve tüm yemekle ilgili yorumu, "bu yoğurt ne güzelmiş" oldu. Olsun, Nehir koca bir tabak pilav ve havuç toplarını yiyince benim keyfime diyecek yoktu. İçeriğindeki yararlı tüm maddeler gözümün önünde sağlık topları şeklinde resmi geçit yaptılar.

Bunca yemekten sonra önce baba-kız, sonra dayanamayıp ben de bir siesta yaptık.

Siesta sonrası geçen pazar gidip de beğendiğimiz açıkhava alışveriş yerindeki Barnes&Nobles kitapçısına gittik. İyiki de gitmişiz, bu kitapçının çocuk köşesi diğerlerine göre daha büyük, daha çocuk friendly. Çıkışta Parla, Mete ve kızları Erin'le buluştuk, geçen hafta yemek yediğimiz İtalyan restoranında yemek yedik. Parlalar takıldı, "İstanbul"dan sonra buraya mı abone oluyorsunuz diye. Olabilir. Çok güzel bir esinti, açık hava, güzel bir açıklık....neresi desem...bana Bodrum Marina hissi veriyor. Daha büyüğü ama kendimi "yazlık" bir mekanda hissediyorum.

Yemekten sonra kahve içelim derken, çocuklar büyükçe bir çim alanda koşmaya başlayınca, kahveleri oradaki banklarda içmeye karar verdik. Nehir'in yaşıtı gibi iki çocuk da vardı oynayan. Bir buçuk saat orada oynadılar.

İşte burası günün en tatlı anıydı. Diğer iki çocuk babalarıyla oynuyorlardı, anneler bankta izliyorlardı. Amerikalı idiler. Bizim eşler kahve almaya gittikleri sırada, "ne güzel babalara bırakmışlar" diyorduk ki, Mahmut ve Mete döndüler. Bu sırada, yarım saat içinde, Nehir bu iki babaya alışmış, çocuklarla da korkmadan gülerek oradan oraya koşar olmuş, ve babası Nehir'le oynamak istediğinde bile yanına gitmez olmuştu. Türk baba fırsattan istifade Nehir'i diğer babaya teslime etmeye hazırlanırken, anne adama ayıp oluyor diye itiraz etti. En son sahnede Nehir bir babanın kucağında, omzuna kafasını yaslamıştı. Ben almaya çalışıp, "Hadi gel anneye" deyince, "gelmicem" deyiverdi. Bıkmış bizden çocukcağız.

Velhasıl, Nehir ilk kez bir buçuk saat boyunca yaşıtı üç çocukla, hiç ağlamadan oynadı.

M A Ş A L L A H.

İşte normalliğe geçiş bu. Bu akşam kısa süre de olsa "normal"dik. Güzeldi çok.

Eve gelince ise Ayda'nın bugünle ilgili yorumunu okudum. Leyla ile de konuşamamıştım, çok güzel oldu. Bakalım Leyla nasıl yaşamış, yarın öğrenirim umarım.

İşte mutluluk böyle bir şey. Bir çocuğunu oynarken izlemek, bir başka çocuğunu Kleopetra kostümü içerisinde uzanmış üzüm yerken hayal etmek. Aşk mektubu hayalin bir parçası mı, ı ııh. Ben "aşk" kelimesini kaç yaşında öğrendim acaba??

Playlistimden Norah Jones, "Sunrise"...Kadife sesli çukulata renkli şarkıcı Norah Jones'tan bir yaz gecesi klasiği olmaya aday bir şarkı. Güneşin doğuşunu anlatıyor ve sevgilisinin gözlerindeki sürpriz arayışını dile getiriyor genç şarkıcı. Dinliyoruz. "Sahi ne diyor bu şarkı yaw".

Sunrise, sunrise
Looks like morning in your eyes
But the clock's held 9:15 for hours
Sunrise, sunrise
Couldn't tempt us if it tried
Cause the afternoon's already come and gone

And I say hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
To you

Surprise, surprise
Couldn't find it in your eyes
But I'm sure it's written all over my face
Surprise, surprise
Never something I could hide
When I see we made it through another day

Then I say hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
hooooo, oooooo, oooooo, oooooo
To you

And now the night
Throw its cover down
mmmmm, on me again
Ooooh, and if I'm right
It's the only way to bring me back

...

Friday, June 5, 2009

Tidy Up Time

Sabah biz yine "kalk" borusuyla uyandık!! Nergiscim imdaaaaaat, senin güzel cümlelerinden söylesen bize de Nehir uyanıp, günaydın diyen bir çocuğa dönüşse. Ağlamadan, bağırmadan. Görünen o ki ister gece uykusu, ister öğlen uykusu, gayet "fussy" uyanıyor.

Kahvaltı faslından sonra, baba kız parka gittiler, ben toplama işlerine devam ettim. Tüm blood countlar, scan raporları, hepsi dosyalandı.

En sonunda fotoğraf makinasına karar verdim. Aslında en beğendiğim ama büyük olana değil, çantama girene karar verdim. Yine de yeni çıkmış ve zoom'u iyi. Canon.

Kamera için internette dolaşırken, bir de baktım, Cook's resmen açılmış.

Nehir ve babası yemek de yemiş döndüler, Nehir uyurken. Uyandığında yine "grumpy" Nehir zor da olsa yatıştı.

Bu arada önce Fort Worth'deki social worker (sosyal hizmetli) aradı ve Ronald McDonald House için sırada olduğumuzu söyledi. Pazar sabahı, yani haftaya gitme zamanımız, arayacakmışız. Bu arada Ronald McDonald House, McDonads'tan sadece 75.000 USD alıyor imiş, toplam 1 milyon dolarlık işetme masrafları içerisinde. Sitede açıklama var. Benim gibi düşünenler için herhalde.

Derken Fort Worth'teki Marcelle karşıtı hemşiremiz (olacak) Tracy aradı. Paranın tamamını dün gönderdik ya bugün aradılar. Randevularımız kararlaştırılmış. Söylendiği gibi 15 Haziranda sabah 7.15'te bone marrow aspiration olacak. Belki aynı anesteziyle echosu da olacak. 17sinde ise Dr. Granger ile randevumuz olacak. Bu çok iyi. Tanışmamız ve çalışma ile ilgili sorularımız için fırsatımız olacak.

Telefondaki seslerin hepsi iyiydi, doğrusu Texas'ı sevebileceğimi hiç düşünmezdim. Sanıyorum 40 yaşa gelirken bir kez daha "kategorizasyon"un ne fena bir şey olduğunu anlamam gerekliymiş. "İyi", "yardımsever", "sıcak", "gülersesli" sesler hep.

Eh, bu akşam itibariyle doğumgünü hediyem sipariş edildi, üzerine bir de speaker siparişim oldu! Geldiğimizden beri istediğim kalitede müzik dinleyebilmek için alıp duracaktım, en sonunda yaptım. Kirk'ün evindeyken onun müzik seti bizi müzik yönünden mutlu etmişti. Şimdi umarım bilgisayarın sesi biraz daha "bas"lı hale gelir. Şebnemcim, ve Aydo bu Fizzy beni acaip sardı, tam şu andaki durumumuzda harika oldu!!!! Yasa dışı falan değildir umarım. Benim için mesele, hadi şimdi deyince aklımdan şarkıları hatırlamak ama bugün pandoranın kutusu açıldı ve peşpeşe (bence) nefis bir playlist oluşturuyorum. Sitenin iyi yanı da bu, yani playlist oluşturması. Artık size bol bol şarkı "çalarım". Okurken dinlersiniz.

Beni tüm dinlediğim müzikler, randevu tarihlerinin kesinleşmesi, Leyla'nın gelişi aldı götürdü "mellow" bir hale. Tuhaf bir mutluluk var. Bir sürü duygu yine birarada. Her şeyi gülümseyerek arkada bırakmak istiyorum. Bu konuda bir adalet bekleyemem. Biliyorum. Ama olsun ben istiyorum.

"Mellow" hal Nehir'in yanında sızarak bitti, şmdi gözleri yarı açı şu son cüme ile publish ediyorum. Leyla'cım sen bugün güzel eğlen!

PaketNot: Berna Hanım şirin mi şirin boya çantası ve kitaplar göndermiş. Nehir çantayı tabi hemen sırtına taktırdı, ve okula gitti de gitti. Kitaplar da okundu. "Potty" ise tesadüf dün biz İKEA'dan basit bir potty almışken gelmiş oldu. Teşekkür ederiz.

ŞarkıNot: Şarkı yarına kaldı bu halime şiir yakıştı:

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı
...

Hadi herkes eklesin bildiği sesleri.

Thursday, June 4, 2009

Ivır Zıvır

Gece yarısı Nehir'le cookie faslımızın sonucunda sabah, önce "Annee kak kak kak" ile başladı ama ben değil ayağa kalkmak, gözümü açacak durumda değildim. Nehir'e "Sen kalkmak istiyorsun, hadi kalk" dedim. Kutu gibi bir ev, odalar arası mesafe yok, kapılar açık, anne olarak hayalim, Nehir kalksın, bir oyuncak alsın ve salonda, oyun odasında, hadi o kadar uzağa gitmesin, bizim yatağın yanında oynasın di mi...böyle çocukların olduğunu biliyoruz...Çoğunluğu İsveç'te tahminim. Ama varlar.

Her neyse işim rast gitti diyelim, Nehir tabi ki kalkmadı kalkmamasına ama uyuyakaldı. Ve saat 9'du uyandı(k).

Makul bir saatti.

Kalktık, kahvaltı ettik.

Sabahları bizim ev çok sevimli oluyor, çünkü güneş almıyor. Ben evi havalandırmak için balkonu açmış oluyorum, Nehir de çıkıp oynuyor. Yazmış mıydım, bu Amerikalıların balkonlarında gider yok! Yani şöyle bir kova su alıp balkon yıkama olayı yok. Meğer ne kadar mühim bir işmiş bu. Nehir'in ayakları kapkara oluyor. Ben ise Türk annesi, içeri dışarı kara ayak işine pek sıcak bakmıyorum...zchk zchk zchk... yani.

Neyse bu yine çok önemli saptamadan sonra, biz babanın duyurduğu üzere İKEA seferi yaptık. En önemlisi Nehir'in lavaboya ulaşmasını sağlayacak basamak olmak üzere, tipik İKEA durumu, değdi değmedi, üç dolar, beş dolar ıvır zıvır aldık. Hande'nin hatırlatmasıyla kanapeye beyaz keten örtü, ve süper kadife yastıklarımıza keten kılıflar, yazlık malzememiz oldu.

Gitmişken sudan ucuz İKEA yemeklerinden yedik. Nehir yemek yerinde oyun oynadı. Çocukların çok olduğu yerde durmadı. Yabanilik sürüyor. Biraz ötede benim rahat deri koltukları görüp "Aa ne güzel bir kahve içme köşesi" dediğim, babanın "emzirme köşesi" oarak düzelttiği yerdeki küçük masa ve sandalyede kitap okumayı tercih etti.

Çıktığımızda saat üçe geliyordu, benim gözümü ev toplama bürümüştü. Bu nasıl bir hormonal durumdur, resmen aniden geliyor ve bazı işleri yapana kadar geçmiyor. Leyla da gelmeden, oyun odasına yine bir çeki düzen verdim. Amaç kızları biraraya getirip, bir odada yatırmak. Nacizane anne baba hayali. Yani yatakta dönerken bir ya da iki kafa ezmemek. Dönebilmek sadece. Belki bir bacağı da uzatmak yeri geldiğinde. Nasıl özledim anlatamam. Özgürlük gibisi var mı.

Gençlik diyorum özgürlüğünüzün tadını çıkarın.

İşte böyle ev-işi gününün sonunda babanın yaptığı balık ve evet bildiniz pilavdan sonra, oturmuş, Orlando-Lakers maçını izliyoruz. Yani ben yarım göz, baba iki göz iki kulak.

Yarın Leyla'nın piyano resitali var. Resital derken, geçen yılkinin izledik, bilgisayarda, bir buçuk dakika falanmış. Ama Nehir'in yüzü görülmeye değerdi. Bir de sonunda herkesle birlikte alkışlayışı var ablasını. Biz uyandığımızda bitmiş olacak herhalde. Leyla'cım seni izleyemediğim ve alkışlayamadığım için çok üzgünüm. Telafisi yok ama gelecek yıl Nehir'le birlikte orada olacağız.

İKEAnot: İKEA'dan iki kutu aldık. Hani karton, tabi biz yapıyoruz. Yahu bu kutuları ne kadar güzel tasarlıyorlar, ne kadar basit yapılıveriyorlar. her seferinde artık kim yaptıysa içimden tebrik ediyorum.

NeZamandırYazacağımMethodistNot. Methodist'in şöyle bir kazığı oldu. Bize radyoterapi için 30bin dolar dediler (yüzde kırk indirimli hali), biz de peşin ödedik. Malum bu rakamlar küçük gelir oldu. Tüm hastane işlerinde hem hastane ödüyorsunuz, hem de doktorları. Bu para hem hastane hem doktor dediler. İyi dedik. Derken bize faturalar gelmeye başladı. Ardı ardası kesilmedi. Toplamı 17bin dolar gibi bir şey. Hem de hani "tonton amca" diye sevdiğimiz anestezistin...Efendim meğer bize söyledikleri rakamda anestesizt yok imiş. Anestesizt ayrı olurmuş. Biz "nassı yani?" dedik, en baştan anestezi alacağı belli iken, üstelik radyoterapide sayı belli, dozaj sabit iken nasıl olur da bize söylemezsiniz...kızdık, ödemedik...Yani hastane, doktor bir de anestesizt. Anestesiztler ayrı bir grup demek, ne hastane ne de doktor. Onlar öylece nevi şahıslarına münhasır kişilikler. Acaba Dr. Fromberg 75 yaş üzeri olduğu için miydi. Neyse, biz hala da ödemiyoruz. Özlem yazılı birşey verin, sonra başınıza iş açılmasın diyor. Her neyse biz ayni faturalardan alıp duruyoruz. İşte kutular dolusu faturalar için kutu aldık bugün. Sahi basitçe niye bir torbaya koymadık. Valla şimdi aklıma geldi, fatura ya dosyalanır ya da kutuya konur şartlanması...ve de İKEA tabi, kutu cenneti.

Nota bak nota. Ayrı bir entry oldu.

Zaten follower fotoları gitti. Kadın haklı. Durun bir şarkı yine beni sardı, TVdeki prius reklamı hatırlattı...fotolar yerine şarkılarımız olsun bari.

Orjinali cowboy şarkısı, bulunduğumuz yöreye uygun yani. Bu arada Şebnem (fakülte arkadaşım) bir site söylemiş, ben tabi bi-haber, fizy.com. Şarkıyı yazıyorsunuz ve dinliyorsunuz. Ben TVdeki kadın sesini daha çok beğendim ama.

Let You Love Flow (Tam bahar şarkısı)

There's a reason for the sunshinin' sky
And there's a reason why I'm feelin so high
Must be the season when that love light shines
All around us.
....

Just let your love flow like a mountain stream
And let your love grow with the smallest of dreams
And let your love show and you'll know what I mean
It's the season.

....

Wednesday, June 3, 2009

Leyla'nın Gelişi

Gece yarısı Nehir iki gibi ağlayarak uyandı, sonra uyudu ama benim uyku bir baktım havalanmış yine. Zaten aklımda Leyla'nın gelişi nasıl olacak sorunsalı. Kalktım. İyi de yapmışım, Gülnur'la lafladık (Özgecancım bu fiili bana kazandırmış olduğun teşekkür ederim, hep gülümseyerek yazıyorum), sonra da Hande belirdi. Öyle mi böyle mi, sabah kesinleştirmek üzere, önce anneanne ile konuştum, derken Leyla'nın öğretmenine yazdım birkaç gün önce sorun olur mu diye, sonra da sabah Mahmut'tan aldığım onay ile, ve Hande'nin yetişmesiyle, 10'u çarşamba için biletleri aldık. Leyla illaki bizim evde yapacağı doğumgünü ertesi, gelecek. Yani İstanbul kızımı şenliklerle yolcu edecek. Daha da güzeli olamazdı.

Sabah 8'te uyandık. Nehir uyandı. Ben o uyanık kalmışlığıma rağmen, perişanlık hissi yaşamadan, kahvaltı ettik ve Hande biletleri alınca, biz kızımla parka gittik.

Saat 11.00'i bulmuştu. Havanın bulutlu olması yardımcı oldu.

Parkta biraz zaman geçirdikten sonra, Nehir susayınca, yanımıza su almamış olduğumuzu farkettim! "Gel, Murat Abi'lere gidelim, yemek yeriz, sen de su içersin" teklifim hemen kabul edildi, zaten saat 12.00'yi bulmuştu, "İstanbul" ziyaretimiz yapıldı. Murat Abi, Mehmet Abi bizimle her zamanki yakından ilgilendiler hatta, "çorba çmeyeceğim, sütlaç söyleyelim" hamlesi, Mehmet'in, "ben anne de değilim baba da değilim, o çorba bitecek" karşı hamlesiyle zarifçe çözüldü.

İşte ben yine erken erken yazıyorum.

Baba ile kız "hol fudz"a gittiler. Nehir alışverişe yardım etmiş döndü.

Fotoğraf makinasında ben ikiye indim. Canon olacak. Sadece ultracompact mı, compact mı bilemedim. Bu sorunsalı da az zamanda çözeceğim.

Bu sabah Nehir'le parka giderken, kendimi arabada mutlu yakaladım. Leyla'nın geliyor oluşu, hem de daha önce geliyor oluşuydu beni mutlu eden, bunun farkına vardım. Nehir'le arabadayken, hep aklıma Leyla ile yaptığımız park gezileri geliyor. Sanki zamanda geçmişe yolculuk yapmış gibi oluyorum.

Ve benim müzik zamanlarım oluyor, bir şarkıya, bazen bir gruba, bir albüme aşeriyorum. Bu kez nedendir bilinmez Billy Joel'e takıldım. Mahmut'a sorup duruyordum, bilgisayarda var mı diye, en son half-price bookstore'daki indirimli günlerde bir CDsini görünce almıştı. Bu sabah da onu dinledim, dinledik yolda. Nehir bir ara "Anne hızlı kullandın" dedi. Yine Leyla'yı hatırladım, biraz hızlı gidip, yokuşlardan insek çıksak (örneğin İstinye Park'a giderken Maslak'taki alt geçit, bir inşaat hatası muhtemelen), midesi hoplar, Lunapark'ta gibi eğlenir...

Canlarım, kızlarım.

Nurgün'cüm yeni yaşın kutlu, hep böyle mutlu, kafiyeler şeker olsun!

Hande'cim, sana söyleyecek bir söz az geliyor. Adını akrostişle yazsam, neonlarla aydınlatsam!!!

(Amatör bir şiirden aklımda kalan bir dize...ama tıpatıp olmayabilir, o nedenle copyright sorunu olmaz herhalde).

Size sabahtan bir Billy Joel...şimdi dinliyoruz yine...don't wait for your answers, just take your chances, don't ask me why...

....

"All your life you've had to stand in line
Still you're standing on your feet
Oh, all your choices make you change your mind
Now your calendar's complete
Don't wait for answers
Just take your chances
Don't ask me why

Umm, you can say the human heart is only make-believe
And I am only fighting fire with fire
You are still the victim of the accidents you leave
Sure as I'm a victim of desire"

....

Nehir-imNot: Nehir'in saçları iyice çıkmaya başladı, ayva tüyünden sertlice kıvamdalar. Bayağı belirginleştiler. Ve dün gece Nehir İngilizce'de bir dönüm noktası yaşadı. Yattıktan sonra kendi kendine birşeyler söyleyip duruyordu, önce anlamadım. Sonra kulak kesilince iyice, diyormuş ki, "I want to go..ing" diye başladı, sonra sonra, "I want to go" oldu, sonunda "I want to go Marsel" oldu ve en sonunda ekledi, parmağıyla da işaret ederek, "Şuraya gitmek istiyorum". Eh, mütercim anadan mütercim kız diye buna derim. Şimdi de üzerime çıkarken, "vi kerful" diyor, bu da be careful'a başlangıç olsa gerek.